1.12.06

* Filmlerdeki Hayat – 15

Aşağıdaki yazı “Mediterraneo” filminin hissettirdiklerini paylaşmak amacıyla yazılmıştır. Filmi henüz seyretmemiş olanlar okumayabilirler.

Gabriele Salvatores’in “Mediterraneo” adlı filminde bir avuç İtalyan askeri Akdeniz’de keşif yaparlarken bir Yunan adasına gelirler. Gemilerinin batması ve telsizlerinin de bozulması ile adada mahsur kalan askerlerin sedece kadın, çocuk ve yaşlıların bulunduğu Yunan köyünde yavaş yavaş onlardan biri haline gelmeleri ve yaşadıkları son derece insanca ve hoş olaylar anlatılır.

Sanatçı ruhlu teğmenin resim yapmaya ve daha sonra köy papazının teklifi ile köy kilisesinin duvar resimlerini restore etmeye başlaması, gerekirse yıkmak, yakmak ve öldürmek amacıyla oraya gelmiş bir kişinin, düşmanının kilisesini güzelleştirmesi, dolayısıyla da yıkıcılık yerine yapıcılığı, dünyaya kan ve acı yerine güzellik, üretkenlik, kalıcılık getirmesi, aslında sessiz ve sade bir biçimde verilen çok önemli bir mesajdır filmde... Çok sevdiği ve yanından savaşa giderken bile ayırmadığı eşeği, yanlışlıkla arkadaşları tarafından vurulan asker o köyde yine tutku ile bağlanacağı bir başka eşek bulur, daha sonra ise bir Yunan köylüsüne aşık olur ve kadının kocası savaştan dönene kadar, birbirlerini gelecek kaygısı olmadan, sadece o an ve o gün için severler. Dağda nöbet tutan iki kardeşin yine bir köylü kızıyla, kıskançlıktan nasibini almamış ilişkileri öylesine saf bir şekilde yansıtılır ki... Günler futbol oynayarak, Türk kahvesi içip tavla atarak, güneşin altında amaçsızca uzanarak ve çıplak denize girerek geçer gider. Daha önce hiçbir kadınla beraber olmayan asker, arkadaşlarının tersine köyün fahişesi ile beraber olmak istemez, çünkü “önce aşık olması” gerekmektedir. Sonunda o yüce duygu her ikisini de yakalayacaktır. Belki o köy hepsinin farkında olmadan en çok olmak istedikleri, üzerinde her zaman mutlu olacakları bir hayal diyarıdır.

Filmi seyrederken savaşın anlamsızlığı, kanlı ve güültülü savaş sahneleri ile değil, son derece sade ve huzur dolu sahnelerle derin ve sessiz sedasız biçimde içimize işler. Her sahnede insan, yaşamın güzelliklerini, sade ama çok değerli anlarını, insanca duyguları, kahramanlarla birlikte yaşar ve içinde hisseder. Olayların geçtiği ada, güneş, deniz, filmde yaratılan karakterler ve özellikle de müzikler bize öylesine yakındır ki (Fahir Atakoğlu ve Sertab Erener’in müziklerden esinlenerek albümlerinde yer vermeleri)... Bizler de birer Akdenizli olarak bu sıcakkanlı ve içten filmi çok sevmiştik. Adadan ayrılırken askerleri evlerine götüren temiz giyimli, kibar İngiliz askerlerden biri, eşeğini de beraberinde gemiye bindiren İtalyan’a bakarak “Buna inanamıyorum” der. Tabii ki bu duygu bir İngiliz için “inanılmaz”dır.

Yunan papazın söylediği gibi “İtalyanlar, Yunanlılar, Türkler. Aynı yüz, aynı ırk, aynı kök...” Tabii çıkar meseleleri, politika ve politikacılar, aramıza konan sınırlar ve devamlı ekilen düşmanlık tohumları bunu böyle görmemize engel oluyor. Ama yine de farklı gibi görünen, ama aslında pek çok ortak yönleri olan kültürlerden gelen insanları birleştiren, hayatın güzellikleri ve insanca duygularla dolu güneşli bir ada hayal etmek çok güzeldi...

Hayata iyi bakın

Blueman

13.01.1999

Hiç yorum yok: