1.12.06

* Filmlerdeki Hayat – 21

Aşağıdaki yazı “The World According to Garp” filminin hissettirdiklerini paylaşmak amacıyla yazılmıştır. Filmi henüz seyretmemiş olanlar okumayabilirler.

George Roy Hill’in yönettiği “The World According to Garp” filminde, hemşirelik yapan ve Garp adını verdiği oğlunu (Robin Williams) tek başına büyüten fedakar ve yurekli bir annenin (Glenn Close) ülke çapında ünlü bir yazar ve kadın hareketi lideri oluşuna kadarki hayat çizgisine, oğlunun hayata bakışını nasıl etkilediğine, Garp’ın annesinden aldığı eşşiz eğitimin bir sonucu olarak hayatının dönüm noktalarında nasıl kararlar verdiğine, aşık oluşuna, aile kurmasına, ailenin çaşitli arayışlar ve hatalar sonucu nasıl dağılma noktasına geldiğine ve sonunda “sevgi” ve “dostuluk”un nasıl da her türlü güçlük, trajedi ve kötülüğün üstesinden gelebildiğine tanık oluruz. Yaşam; aşk, sevgi, aile bağları, neşe ve dostluğun yüce gücü ile olduğu kadar, korkunç hatalar, dramlar ve ayrılıklar ile de doludur. Ve tabii ölümle de içiçedir. Ancak özellikle annenin hayatta karşıılaştığı ölüm olaylarını büyük bir olgunlukla karşılayışı, babasını kaybettiğinde, cenaze töreninden hemen sonra okyanus kıyısındaki evlerinin verandasında, o zamanlar 10 yaşında olan Garp’a söylediği şu cümlelerde, unutulmaması gereken bir hayat dersine dönüşür:

“Büyükbaban öldü. Hepimizin gün gelip öleceği gibi... Önemli olan ölmeden önce iyi bir yaşam sürebilmektir. Hayat... başlıbaşına bir macera olabilir...”

Bu belki de çocuklarımıza vermemiz gereken en önemli öğütlerden biri değil midir? “İyi yaşa, iyi insan ol, yardımlaş, insanlara, doğaya, yaşama saygı duy, hayattan zevk almasını, ders almasını bil, hatalarını tekrarlama, zor anları da doyasıya yaşamayı öğren ve hayatını bir maceraya dönüştür.” Ve daha yığınla cümle gizliydi aslında o konuşmada... Garp, savaş pilotu olan ve o doğmadan önce öldüğü için hiç görmediği babasına olan hayranlığından hep uçmak isteyen ve pilot olmayı arzulayan bir çocuk olmasına rağmen, kader onu daha sonra yazar olma hevesine doğru sürükler. Ünlü bir yazar olma tutkusuyla geceli gündüzlü çalıştığı zamanlardan birinde, dinlenmek ve düşünmek için yürüyüşe çıktığı bir sırada, bir caddede vinçle üst katlara çıkarılmakta olan bir piyano, kaldırıma yanaşan bir taksiden inen ve tartışmakta olan bir çift ve kadının kaldırıma düşürdüğü bir çift eldivenden etkilenerek kısa bir hikaye yazar. Hikaye özet olarak şöyledir:

Adam, sihirli eldivenleri sayesinde pek çok şeyi kolaylıkla halledebilmektedir. Karısı mutsuzsa ona bir dokunur ve karısı mutsuzluklarını unutur. Çocukları üzülüp ağlarken onlara bir tek dokunuşu yeter. Hop işte herkes mutludur. Hatta kendi ölümünü bile engelleyebilecek bir güce sahiptir o eldivenlerle. Tek bir hareketle ölüme meydan okuyabilmekte ve onu geri çevirebilmektedir. Ama adam mutsuzdur, çünkü “hayatı hissedememektedir”. Sonunda yüksek bir binanın tepesindeki dairelerden birine çıkar ve balkonun kenarında ayakta durarak aşağıda toplanmış kalabalığa anlamsızca bakmaya başlar. Üzerinde smokin vardır ve balkonun yanında da bir vincin ucuna halatla bağlanarak boşlukta sallandırılmış bir piyano... Adamın karısı kocasının neden böyle davrandığını anlayamaz ve aşağı inmesi için bağırarak onu ikna etmeye çalışır. Ancak adam bir süre piyanoyla eski bir caz parçasını çaldıktan sonra eldivenleri aşağı atar. Eldivenler boşlukta süzülerek kaldırımın kenarına düşerler. Ardından adam da atlar ve aşağı düşerken yüzünde bir tebessüm belirir. Aşağıdaki itfaiyenin hazırladığı hava yatağına düşer ve ölümden kurtulur. Ta ki halatlardan boşalan piyano adamın üzerine düşene kadar...
Adam kendini boşluğa bırakıp ölüme uçarken ilk defa mutludur. Çünkü hayatı hissetmektedir.
Hayatı hissetmektedir, o ana kadar hiç hissetmediği kadar...

Garp ve karısı sinemaya gitmek için sevden çıktıkları bir gece, otomobillerine bindiklerinde sinemaya gitmekten vazgeçip, o süre boyunca arabada oturup geçmişi, nasıl tanıştıklarını, o günlere nasıl geldiklerini konuşurlar. “Önemli olan bugünlere hangi yollardan geçerek gelebildiğini görebilmek” der Garp, “bir süre sonra o hayat çizgisini görebiliyor ve olgunlaşıyorsun.” Karısı da “Sürekli geçmişte yaşayamazsın” der ona. “Ama bugünü yaşayıp geçmişi de hatırlayabilirim” diye karşılık verir Garp. Sonra saatlerce anılardan, yaşadıkları hayatın acı tatlı pek çok lezzetinden bahsedip mutlu olurlar.

Çok yakında Garp ölümcül bir yarayla helikopterde hastaneye yetiştirilmeye çalışılırken, çok sevdiği eşine dönecek ve mutlulukla, evet yüreğinde hissettiği büyük bir mutluluk ve yüzündeki tebessümle sadece şu cümleyi söyleyecektir:

“Uçuyorum Helen... Uçuyorum...”

“Büyükbaban öldü. Hepimizin gün gelip öleceği gibi... Önemli olan ölmeden önce iyi bir yaşam sürebilmektir. Hayat... başlıbaşına bir macera olabilir...”

Hayata iyi bakın

Blueman

16.05.1999

Hiç yorum yok: