31.8.07

* Susam tanesi

Tanıdığım bir adam vardı...

Küçük mutluluklarından biri, akşam yemeğinden birkaç saat sonra bile ağzında saklı kalmayı başarabilmiş bir susam tanesini farkedip, onu diliyle saklandığı yerden çıkarmak ve ön dişleri arasında ezip, susamın ağzına yayılan tadının farkına varmak olan bu adam, akşam yemeğinde küçük bir bardak sıcak çayın eşlik ettiği fırından yeni çıkmış tüm bir simidi yerken nasıl da mutlu olur hiç düşünebiliyor musun?

Yoksa sadece bir tek susam tanesinin verdiği o beklenmedik mutluluk koca bir simidinkinden bile daha mı büyüktür?

Hayata iyi bakın

Blueman

24.01.2003

29.8.07

* Ekim dolunayı

Açık sarı bir tülü andıran bir hale ile çevrili utangaç Ekim dolunayının soluk ışıltılarının hafifçe aydınlattığı denizin üzerinde süzülen bir şehir hatları vapurunda serin rüzgar bu kez de sevgili Sunay Akın'ın tatlı dilinden bir küçük hikayeyi ulaştırdı kulaklarıma...

Aya gitmek için yola çıkan değişik milletlerden astronotlar, uzay aracı yükseldikçe birbirlerine geldikleri şehirleri göstermeye başlarlar altlarındaki manzaradan... "Bak benim şehrim...Bak o da benimki"

Astronotlar yükseldikçe manzara değişmekte ve artık birbirlerine ülkelerini göstermektedirler astronotlar: "Bak şu benim ülkem... Bak o da benim harika ülkem..." Yükselmeye devam ettikçe sınırlar ortadan kalkmakta ve artık "Şu benim kıtam... Şu da benimki" şeklinde konuşmalar geçmektedir aralarında...

Ve artık mavi gezegenimiz yuvarlak mavi bir top gibi görünmeye başladığında, birbirinden çok farklı kültürlerden, dillerden ve dinlerden gelen bu insanlar tek bir şey söylerler: "Bu bizim dünyamız"

Ve Sunay Akın ekler: "Bunu söyleyebilmek için herkesin bu kadar yükselmesi mi gerekiyor? Önemli olan bunları ayağımız yere basarken de söyleyebilmek"



Ayaklarımız yere basarken de bunu söyleyebilmemiz için sanırım ruhlarımızın ve anlayışımızın da yükselişe geçmesi gerekiyor. Ne yazık ki ne kadar sığ olduğumuzu o küçük dünyalarımızda ve doğadan uzak, bilgiden ve sanattan gereği kadar nasibini alamayan yaşamlarımızda, fani koşuşturmalarımız ve endişelerimizin oluşturduğu perdeyi aralayıp da farkedemiyoruz.

Hayata iyi bakın

Blueman

20.10.2002

* Eylül dolunayı

Alone Looking at the Mountain Yalnız başına dağa bakmak

All the birds have flown up and gone; Bütün kuşlar uçup gittiler
A lonely cloud floats leisurely by. Yalnız bir bulut rahatça süzülüyor etrafta
We never tire of looking at each other Birbirimize bakmaktan asla yorulmuyoruz
Only the mountain and I. Sadece dağ ve ben.

By Li Bai



(Teşekkürler Ümit Bey)

Evrenle bir olduğunuzu farkettiğiniz anlarla dolu bir hayat dilerim.

Hayata iyi bakın

Blueman

25.09.2002

* Teslim olmak veya olmamak

Adrian Lynn'in aldatma üzerine, insanı hem kötü hissettiren hem de düşündüren filmi "Unfaithful" ve Ahmet Altan'ın son kitabı "Aldatma"nın piyasaya çıkacağı şu günlerde elime geçen Depeche Mode'un eski bir 45'liğinde yer alan ve daha önce hiç dinlemediğim harika "Surrender"ın sözleri de hemen hemen benzer bir durumda olan bir adamın ruh halini ne de güzel yansıtmış...

Sevgilere ve aşklara, insanoğlunun karanlık derinliklerindeki ihtiras ve hayvani dürtülere rağmen sahip çıkılabilmesi umuduyla...

SURRENDER

Laying on your holy bed Kapının yanıbaşındaki
by the hallowed door Kutsal yatağında uzanıyorum
Feeling like an infidel Aramana değer olmayan
Not worthy of your call Bir sadakatsiz gibi hissederek
Tempted by your innocence Masumiyetin tarafından ayartılmış
Beckoned to my fate Kaderime doğru çağırılıyorum
I won't face the consequence Tereddüt etmeyecek olduğum
I wouldn't hesitate Sonuçla yüzleşmeyeceğim

I'm a man of flesh and bone Ben etten kemikten bir adamım
Rapture Kendinden geçiş hali
Rushing through my veins Damarlarıma hücum ediyor
Passion Tutku
Flaming Kalbimin içini
In my heart Tutuşturuyor
Heavenly surrender once again Kutsal bir şekilde teslim oluyorum bir kez daha
Yeah

Shackled like an animal Bir hayvan gibi boyunduruk altında
Chained to my desires Tutkularımın zincirine vurulmuş
Just another sacrifice Bir başka adak daha
To love's eternal fight Aşkın ebedi savaşına
Tame me with your tenderness Şefkatinle evcilleştir beni
And break my brittle heart Ve kırılgan kalbimi parçala
Easily and elegantly Kolayca ve zarif bir şekilde
Tear my world apart Dünyamı parçalara ayır

We're living in a world full of illusion Aldanışlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz
Everything is so unreal Herşey o kadar gerçek dışı ki
My mind is in a state of confusion Bilincim bir karışıklık durumunda
But I can't deny the way I feel Ama hissettiklerimi inkar edemem

I'm a man of flesh and bone Ben etten kemikten bir adamım
Rapture Kendinden geçiş hali
Rushing through my veins Damarlarıma hücum ediyor
Yeah

Depeche Mode - "Only When I Lose Myself" single'ından (1997)



Hayata iyi bakın

Blueman

17.09.2002

* Be cool

Hıncal Uluç'un haftasonu köşesinde bahsettiği ve alıntılar yaptığı bir kitabın benim de hoşuma giden bazı bölümlerini paylaşmak istedim.

Sözü edilen Yoruba ve İbo, Nijerya'nın 360'a yakın etnik grubunun en büyüklerinden ikisidir.

" Itutu ya da cool dediğimiz bu kavram bünyesinde uzlaşma, şefkat, cömertlik ve zerafet anlamlarını, kavga ve çatışmaları yok etme yeteneğini barındırır. Kavram, fiziksel güzellik ile tam olarak özdeşleşmiş olmasa da ilintilidir. Sanat tarihçisi R.F. Thompson, “Flash Of The Spirit”te, bir Yoruba büyüğünün şu sözlerine yer verir:
“Güzellik “cool”un bir parçasıdır, ama “cool”daki karakter gücünden yoksundur. Güzellik geçici, karakter ise ölümsüzdür”

Yine kitaptaki bir Yoruba şiiri de söyledir:

“Bir insan çok güzel olabilir,
Neredeyse suyun içinde salınan bir balık kadar.
Ama yoksa bir karakteri,
Geçemez etten bir kukla olmanın ötesine.”

Şiirde suya yapılan göndermeye dikkat çekmek isteriz; çünkü Yoruba’lılara göre “cool”da ısıyla ilgili fiziksel çağrışımlar vardır. Kuraklığın yaşam için çok büyük bir tehdit oluşturduğu bu kıtada, serinliğin en yüce erdem sayılması pek şaşırtıcı değildir. Itutu, ayinlerde mavi renkle bağdaştırlırdı ve insanın aklına ister istemez bunun “blues müziği” ile ya da 50 ve 60’li yılların “cool” giysisi blue jean’lerle bir ilgisi olup olmadığı geliyor.

Bir Yoruba yerlisinin bedeni, atalarından birinin ruhu tarafından ele geçirildiğinde diğer yerliler bu durumu fark edebilirdi; çünkü bedeni zaptedilen yerlinin yüzü bir maskeye dönüşürdü; bir “cool” maskesine...

Aslında Afrika toplumunun en tipik görüntülerinden bazıları bu felsefenin izlerini taşır. Örneğin kabile reislerinin palmiye yaprakları ile yellenmesi, hem fiziksel olarak serinlemesini sağlar hem de ruhani “cool”a bağlılığını gösterirdi."

Hayata iyi bakın

Blueman

27.08.2002

* Ağustos dolunayı ve bir Kızılderili hikayesi

Yaşlı kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.
Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar.
Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine.
Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."
"Neyin simgesı" diye sordu çocuk.
"İyilik ile kötülügün simgesi. Aynen şu gördügün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları."
Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
"Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:
"Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem..."

Ağustos dolunayının gecelerimizi güzelleştirdiği bugünlerde, yapılan bilinçli iyiliklerin ve yardımların da ruhlarımızın güzelliğini ortaya çıkarmasını ve onu beslemesini dilerim.

Hayata iyi bakın

Blueman

23.08.2002

* Corner Of The Earth

Dün attığım mesajda bahsettiğim şarkının güzel sözleri ve yaptığım tercümesi.

Corner Of The Earth

Little darlin' don't you see the sun is shining Küçük sevgilim görmüyor musun güneş parıldıyor
Just for you, only today Sadece senin için, yalnızca bugün
If you hurry you can get a ray on you Acele edersen üzerinde bir ışın yakalayabilirsin

Come with me, just to play Gel benimle, sadece oynamak için
Like every humming bird and bumblebee Her sinekkuşu ve balarısı gibi
Every sunflower, cloud and every tree Her ayçiçeği, bulut ve her ağaç gibi
I feel so much a part of this Kendimi öyle çok bunun bir parçası hissediyorum ki
Nature's got me high and it's beautiful Doğa ruhumu yüceltiyor ve öyle güzel ki
I'm with this deep eternal universe Bu derin ve sonsuz evren ile birlikteyim
From death until rebirth Ölümden yeniden doğuşa dek



This corner of the earth is like me in many ways Dünyanın bu köşesi pek çok yönden benim gibidir
I can sit for hours here and watch the emerald feathers play Burada saatlerce oturabilir ve zümrüt yaprakların oynaşmasını izleyebilirim
On the face of it I'm blessed Onun karşısında ben kutsanmışımdır
When the sunlight comes for free Güneş ışığı karşılık beklemeksizin geldiğinde
I know this corner of the earth it smiles at me Bilirim ki dünyanın bu köşesi bana gülümser
So inspired of that there's nothing left to do or say Bundan öyle çok ilham alırım ki yapacak veya söylecek birşey kalmaz
Think I'll dream, 'til the stars shine Yıldızlar parıldayana dek hayal kuracağımı düşün

The wind it whispers and the clouds don't seem to care Rüzgar fısıldar ve bulutlar buna aldırmaz görünür
And I know inside, that it's all mine Ve içimde bilirim ki bunun hepsi benimdir
It's the chorus of the breakin' dawn Bu doğan safağın korosudur
The mist that comes before the sun is born Güneşin doğmasından önceki sis
To a hazy afternoon in May Mayısta puslu bir öğleden sonra doğdu
Nature's got me high and it's so beautiful Doğa ruhumu yüceltiyor ve öyle güzel ki
I'm with this deep eternal universe Bu derin ve sonsuz evren ile birlikteyim
From death until rebirth Ölümden yeniden doğuşa dek

You know that this corner of the earth is like me in many ways Bilirsin dünyanın bu köşesi pek çok yönden benim gibidir
I can sit for hours here and watch the emerald feathers play Burada saatlerce oturabilir ve zümrüt yaprakların oynaşmasını izleyebilirim

On the face of it I'm blessed Onun karşısında ben kutsanmışımdır
When the sunlight comes for free Güneş ışığı karşılık beklemeksizin geldiğinde
I know this corner of the earth it smiles at me Bilirim ki dünyanın bu köşesi bana gülümser
I know this corner of the earth it smiles at me
I know thiş corner of the earth it smiles at me
I know thiş corner of the earth it smiles at me..."

JAMIROQUAI - "A Funk Odyssey" albümünden

Hayata iyi bakın

Blueman

12.08.2002

* Çok güzel sahneler... Yaşanası anlar...

Sisler içinde, bembeyaz karlarla kaplı bir ormanda, ulu ağaçlarla çevirili bir kayanın üzerinde oturuyorsun. Başındaki kartal tüylerinden yapılmış kızılderili başlığını yalayarak geçen rüzgarın fısıltıları dışında ormana sessizlik hakim...

Derisi nefis renk karışımlarıyla süslü bir piton adeta süzülerek geliyor ve vücuduna sarılıyor, tek vücut olurcasına uyumlu bir danstan sonra yine sessizce uzaklaşıyor.

Kanatlarında rüzgar sesiyle süzülerek gelen ve koluna konan vahşi kartalın, yüzünden sadece bir karış uzaklıktaki gözlerindeki derin bakışları içine işliyor. O da seni bir süre selamladıktan sonra kolundan güç alarak, sipsivri pençeleri sana zarar vermeden uzak ufuklara doğru yola çıkıyor.

Gözlerini kapıyor ve havayı kokluyorsun. Uzaklardaki dağlardan hayal meyal duyulan ulumalar giderek daha yakın geliyor kulağına... Ve gözlerini açtığında senin gibi havayı koklayarak yerini bulmuş olan gri bir kurtla karşılaşıyorsun. Çok yumuşak hareketlerle ve sessiz adımlarla yanına yaklaşıyor. Eski bir dostunu bulmuş gibi seni kokluyor.

Ona sarılıyorsun. Parmaklarını, insan eli değmemiş tüylerinin içine daldırdığında derisindeki sıcaklığını hissediyorsun. Ve yavaş yavaş sen de bir kurt haline dönüşüyorsun. Birlikte diğer kurtları çağırıyorsunuz. İçgüdüsel olarak bu çağrıya cevap veren renk renk kurtlar çevrenizi sarmaya başladığında kayanın üzerinden atlıyor ve karlı ormanda batmakta olan güneşin dallar arasından süzülen ışık hüzmeleri arasında kurtlarla birlikte koşarak kayboluyorsun.

Doğaya bakmayı bildiğinde, onunla bütünleşebilmeyi başardığında, onun da sana “gülümsediğini” görebiliyorsun.

İşte Jamiroquai grubunun “A Funk Odyssey” albümünden son single’ı “Corner Of The Earth”ün muhteşem video klibi... Bulursanız şarkıyı dinlemenizi, rastlarsanız video klibini seyretmenizi tavsiye ederim. Gerçekten çok iyi bir şarkı olmuş aynı zamanda.

İyi haftalar.

Hayata iyi bakın

Blueman


11.08.2002

* Doğa ve Yaratıcı Güç

"Kızılderililerin içinde yaşadığı farklı bir dünyaydı. Biz zamanımızı asfalt dökülmüş yollarda geçiriyor, nehirleri köprülerle geçiyoruz. Ormanları küçülttük, bataklıkları kuruttuk ve ülkenin ilginç yabani yaşamını yok ettik. Doğal bitki örtüsünün büyük bölümü ekinlere, otlaklara ve golf sahalarına yer açmak için silip süpürüldü. Kendi çevremizi her tür mekanik yardımcı ile kuşatarak Kızılderilinin bildiği biçimiyle doğayı unuttuk. O ormanda evinde gibiydi, bizse korkuyoruz. Dünyamızın öyle büyük bir bölümü insan yapımı ki hep teknik olarak düşünüyoruz – ellerimizle yönettiğimiz ve işlettiğimiz bir dünya. Kızılderili için durum farklıydı. O her yerde yaşayan yaratıklar görürdü, yöntemlerini tanıyana kadar onları gözlemlerdi; onu atlatmaktaki ustalıklarına, insana benzeyen yöntemlerine, kendisinin onlarla iletişim kurmaktaki yetersizliğine şaşardı. Ormanı yaşayan bir varlık olarak hissederdi. Ağaçlar onun için neredeyse bir insan gibiydi ve rüzgarlar da görünmeyen doğaüstü bir varlığın soluğuydu. Fırtına bulutları dolaştığında, gök gürlediğinde ve kasırga ağaçları söktüğünde yaratıcı ve yok edici gücün en yüksek seviyesindeki güçlerin varlığını hissederdi. Yabancı topraklarda dolaşırken kendini, varlığının bilincinde olan, isterlerse onunla konuşabilen ve kaderini her an iyi ya da kötü yönde değiştirebilecek olan canlı varlıkların huzurunda hissederdi..."



CLARK WISSLER - “Kızılderililerin Tarihi” - IMGE Yayınevi

Hayata iyi bakın

Blueman

09.08.2002

* Metafor

Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra pazar sabahı kalktığında bütün haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düşündü. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu. Baba oğluna söz vermişti bu hafta sonu sinemaya götürecekti ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna “eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim” dedi sonra düşündü; “oh be kurtuldum, en iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez”. Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi ve “baba haritayı düzelttim artık sinemaya gidebiliriz” dedi. Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de halen hayretler içindeydi ve bunu nasıl yaptığını sordu. Çocuk; bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı.
İNSANI DÜZELTTiĞiM ZAMAN DÜNYA KENDiLiĞiNDEN DÜZELMiŞTİ.

Hayata iyi bakın

Blueman

08.08.2002

* Temmuz dolunayı ve sükunet

Yaşam bazen tüm ağırlığıyla üzerine abanır sanki...
Her yandan dünyevi sıkıntı ve saçma sapan ayrıntılarla çevrelendiğini hissedersin.
Ve tüm o endişe, korku ve tehlikelerin doldurduğu karanlık içinde bir ışık da vardır aynı zamanda... Dolunayın ve yıldızların yol gösterici ışıltısı olabilir bazen bu ışık...
Ama onlara sevgi ile bakmayan gözler bunu farkedemez. Aslında aşkın, sevginin ve umudun ışığıdır o... Dolunayın parıltısı sevgilinin gözlerinde yansıyorsa, saçlarında çok hafif pırıltılar yaratıyorsa ve oradan evrensel gücün her zaman var olduğu ruhumuza akıyor, hayalgücümüzü, yaşam enerjimizi harekete geçiriyorsa işte o umut yolu artık çok yakındadır. Ve artık başaramayacağımız hiçbir şey yoktur... Tüm o sıkıntı ve anlamsız ayrıntılar geride kalır, gerçekte oldukları gibi giderek küçülür ve gözden yiterler. Artık gözlerimiz ve gönüllerimiz o kadar yoğun bir ışıkla dolar ki o uzak gibi görünen yerdeki güzellikleri görürüz sadece... Kuruyup küçülmüş ve ayaklarımızın altına dökülmüş tüm o endişe ve sıkıntılar görünmez olur.

Sevgi ve aşkın muhteşem ışığı içinizi aydınlatsın...

Hayata iyi bakın

Blueman

Waiting for the Night

I'm waiting for the night to fall Gecenin gelmesini bekliyorum
I know that it will save us all Hepimizi kurtaracak biliyorum
When everything's dark Herşey karanlık olduğunda
Keeps us from the stark reality Bizi çıplak gerçeklikten korur

I'm waiting for the night to fall Gecenin gelmesini bekliyorum
When everything is bearable Herşeyin tahammül edilebilir olduğu zamanı
And there in the still Ve orada, o sakin yerde
All that you feel is tranquillity Bütün hissedebildiğin sükunet

There is a star in the sky Gökyüzünde bir yıldız var
Guiding my way with its light Yolumu ışığıyla aydınlatan
And in the glow of the moon Ve ayın parıltısında
Know my deliverance will come soon Kurtuluşumun yakında geleceğini biliyorum

There is a sound in the calm Sessizliğin içinden bir ses geliyor
Someone is coming to harm Birileri zarar vermeye geliyor
I press my hands to my ears Ellerimi kulaklarıma bastırıyorum
It's easier here just to forget fear Burada korkuyu unutmak kolaydır

And when I squinted Ve gözlerimi kısarak baktığımda
The world seemed rose-tinted Dünya açık pembe renginde göründü
And angels appeared to descend Ve sanki melekler yeryüzüne iniyordu
To my surprise Beni şaşırtan şey
With half-closed eyes Yarı kapalı gözlerle
Things looked even better Herşey gözlerimin açık olduğundan
Than when they were open Çok daha iyi gözüktü

Been waiting for the night to fall Gecenin gelmesini bekliyordum
I knew that it would save us all Hepimizi kurtaracağını biliyordum
Now everything's dark Şimdi herşey karanlık
Keeps us from the stark reality Bizi çıplak gerçeklikten koruyor

Been waiting for the night to fall Gecenin gelmesini bekliyordum
Now everything is bearable Şimdi herşey tahammül edilebilir
And here in the still Ve burada, bu sakinliğin içinde
All that you feel is tranquility Tüm hissedebildiğin sükunet

Depeche Mode'un 1990 albümü "Violator"dan

24.07.2002

* Hayatımın geri kalanı

Daha önce de birkaç kez göndermiş olduğum ve çok sevdiğim bir şarkının sözlerini tekrar gönderiyorum.
Aslında sözleri biraz bencilce ve belki de duygu, şefkat ve aşk ekiskliği içindeki Batı dünyasının arayış içindeki bir bireyinin kendi bencilliği ve bireyselliği ile şefkat ve sevgi ihtiyacı arasındaki çatışmaları yansıtıyor. Ama bunları her duyuşumda bizlere sevgi ve aşk sunan tüm sevdiklerimizin varlığı için tekrar tekrar şükrediyorum.
Tüm sevenler ve evlenecek olanlar, yeni evlier ve aşklarını ilk günkü gibi taze tutabilenler için...



Somebody

I want somebody to share Paylaşmak için birini istiyorum
Share the rest of my life Hayatımın geri kalan kısmını...
Share my innermost thoughts En mahrem düşüncelerimi paylaşacak
Know my intimate details En gizli ayrıntılarımı bilecek
Someone who'll stand by my side Benim yanımda olup
And give me support Bana destek verecek
And in return Ve karşılığında
She'll get my support Benim de desteğimi alacak
She will listen to me Beni dinleyecek
When I want to speak Konuşmak istediğimde
About the world we live in Şu yaşadığımız dünya
And life in general Ve genel olarak hayat hakkında
Though my views may be wrong Düşüncelerim yanlış da olsa
They may even be perverted Hatta yoldan çıkmış dahi olsalar
She will hear me out Beni duyacak
And won't easily be converted Ve kolayca
To my way of thinking Benim düşünce şeklime dönmeyecek
In fact she'll often disagree Gerçekte sıklıkla benimle aynı fikirde olmayacak
But at the end of it all Ama herşeyin sonunda
She will understand me Beni anlayacak

I want somebody who cares Benimle tutkuyla ilgilenecek
For me passionately Birini istiyorum
With every thought Her düşünceyle
And with every breath Ve her nefeste
Someone who'll help me see things Olayları farklı bir ışıkta
In a different light Görmeme yardımcı olacak
All the things I detest Tüm nefret ettiğim şeyleri bile
I will almost like Neredeyse sevebilirdim
I don't want to be tied Bağlı olmak istemiyorum
To anyone's stings Kimsenin iplerine
I'm carefully trying to steer clear Hep uzak durmaya çalışıyorum
Of those things Bu gibi şeylerden
But when I'm asleep Ama uykuya dalarken
I want somebody Birini istiyorum
Who will put their arms around me Beni kollarına alacak
And kiss me tenderly Ve şefkatle öpecek
And things like this Bu gibi şeyler
Make me sick Beni hasta etse de
In a case like this Böyle bir durumda
I'll get away with it Hoşuma giderdi

Depeche Mode – “Some Great Reward” adlı 1984 albümünden



Hayata iyi bakın

Blueman

02.07.2002

* Giderayak

Giderayak

Giderayak işlerim var bitirilecek, giderayak.
Ceylanı kurtardım avcının elinden ama daha baygın yatar, ayılamadı.
Kopardım portakalı dalından ama kabuğu soyulamadı.
Oldum yıldızlarla haşır neşir ama sayısı bir tamam sayılamadı.
Kuyudan çektim suyu ama bardaklara konulamadı.
Güller dizildi tepsiye ama taştan fincan oyulamadı.
Sevdalara doyulamadı.
Giderayak işlerim var bitirilecek, giderayak...

Nazım Hikmet

(Ben de seni çok seviyorum Neval'ciğim...)

Hayata iyi bakın

Blueman

27.06.2002

* Kendi değerini bilmek

Labirent - Kral ve Tacı

"Günlük koşturmacalarınızın arasında, arada bir durup, yaşam denen dolambaçlı labirentte ne kadar yol aldığınıza baktığınız olur mu hiç?
"Bundan bir hafta önce, beş yıl önce, on yıl önce neresindeydim bu labirentin şimdi neresindeyim?" dediğim çok olur benim. Durup düşününce, ilk başta dümdüz gittiğimi sandığım anlarda, burnumu küt diye tosladığım, labirentin çıkmazlarının ucundaki düz duvar gelir aklıma. Tamamen umutsuzluğa kapıldığım, "herşey bitiyor mu?" dediğim köşebaşları. Nedense en önce onlar gelir. Hayretle düşünürüm; nasıl da umutsuzken, bir süre sonra hiç yaşanmamış gibi oluverirler. Çekilen sıkıntılar, üzüntüler, sanki hiç yaşanmamıştır. Sanki bir tiyatro oyununun herhangi bir sahnesi gibi, o an yaşanmış ve bitmiştir aslında asır gibi gelen uzun zaman dilimleri. Sonra mutlu anlar gelir aklıma. Kimler için ne yapabildiğimi düşünürüm en sonra da.
Kendim? Bunu çok uzun zamandır düşünmediğimi farkettim. Düşünmeye fırsatım ve zamanım olmadı, yaratamadım belki de o zamanı. Ama değerli bir dostumun söylediği bir söz, bakış açımı değiştirdi. Şöyle diyordu: "Aslında insan kendinin kralı olmalı."
İşte bu sözü ilk duyduğum anda karar verdim.
Evet, bence de herkes kendinin kralı olmalıydı, tabii ben de. Ve kimsenin anlamadığı ve göremediği bu gizli tacı başında taşırken, kıs kıs da gülmeli, tadını çıkarmalıydım. Kimsenin farkedemediği masal kahramanı kralın elbiseleri gibi, o tacı da eksik etmemeli insan başından. Yaşam koşturmacası içinde bir payı da kendine ayırmalı sahip olduğu zaman dilimlerinden... Eğer uzun zamandır kendinize zaman ayıramadıysanız, bu kısacık bir an bile olsa; çok değerli ve özel geliyor insana. Sadece kendiniz için yaşayacağınız, yanısıra en yakınınızı bile düşünmeyeceğiniz çok özel bir zaman. Deneyin ve bu zamanı yaratın mutlaka.
Kendinizi ödüllendirin.
Başınızdaki görünmez tacın hakkını verin, ara sıra bile olsa..."

Yazarını bilmiyorum.

Tacınızın başınızdan eksik olmadığı bir haftasonu ve hayat dilerim.

Hayata iyi bakın

Blueman

31.05.2002

* Yoğunuz ama yorgun ve yalnız değil

Eskiden

Çember çevrilir,
Su musluktan içilir
Ağaçlara tırmanılırdı
Bebekler bezden
Silahlar tahtadan
Resimler kömür karasından yapılırdı
Kızlara ninelerinin, erkeklere dedelerinin isimleri konulur
Saatli maarif okunurdu
Komşuda pişen bize de düşer
Bizde pişen komşuya düşerdi
Geceler ayaz
Sokaklar karanlık
Yıldızlar parlak olurdu
Turşu, salça, mantı evde yapılır
Karpuz kuyuda soğutulurdu
Erik ağacının çiçeği pencere camımıza yaslanır
Güz yaprakları bahçemize düşerdi
Kardan adam yapılır
Evlerde soba yakılır
Kış gecelerinde masal anlatılırdı
Merdiven çıkılır
Aidat ödenmez
Yönetici seçilmezdi
Evler badanalı
Sokaklar lambasız
Mahalleler bekçili olurdu
Ajans radyodan dinlenir
Çizgili roman okunur
Defterlere kenar süsü yapılırdı
Hayat "Arkası Yarın" gibiydi
Kesintisizdi, her gün yaşanacak bir şey vardı
Herkes kendi düşünü kurar
Kendi hayatını oynardı
Şimdi hayat tek perdelik bir oyun
Stand-up bir yalnızlık gibi
Şimdi herkes yoğun
Yorgun
Ve tek başına

CAN DÜNDAR

Yalnız olmadığınızı hissettiğiniz, paylaştığınız sevgiyle renklenen bir haftasonu ve hayat dilerim...

Hayata iyi bakın

Blueman

10.05.2002

* Yenilmedim aslında

İhtiyar Balıkçı

İhtiyar balıkçı Karayipler'de 85 gün olta salladıktan ve eve eli boş döndükten sonra bir gün iyice açılıp "büyük balık"ı yakalar. Lâkın kıyıya dönerken, yedeğine aldığı, teknesinden yarım metre daha büyük olan bu kılıç, yol boyu kan kokusuna gelen canavar köpekbalıklarınca didik didik edilir. Bu korkunç mücadeleden elinde kala kala dev balığın iskeleti kalmıştır.

Kan revan içinde, uykusuz ve bitkin sahile yanaşırken "Beni adamakıllı yendiler... Hem de ne yeniş." diye geçirir içinden. Sonra silkinir ve yüksek sesle sunu söyler:

"Yenilmedim aslında, belki biraz fazla açıldım, o kadar..."

Hayat yolculuğumuz da öyle değil midir?
Kimi için güzel bir kadındır "büyük balık", kimi için zengin bir damat... İyi bir hayat... Hayırlı evlat...
Ya da müştakil ev, son model araba, sınırsız servet...
Kimi, "büyük balık"ı hiç göremeden ölür. Kimi, bir kez tuttu mu, bir daha açılmaz hiç... Onunla gömülür.
Kimi ise; yaşam denilen, şakaya gelmez deryanın dalgalarında yalpalana yalpalana arar büyük balığı bir ömür boyu...
Açıldıkça bulma şansıyla birlikte artar, yitirme ihtimali...
Zor bulanlar, çabuk yitirir bazen...
Acımasızca yağmalanır ve sonuçta elde bir kılçıkla kalakalırlar.
Yenilgi değildir onlarınki aslında...
Olsa olsa biraz fazla açılmışlardır.
Ama insanlık, kısmen de, onların fazla açılması sayesinde ilerler.

***
Ünlü romanın eşin kaynağı olan Kübalı balıkçı Gregorio Fuentes 104 yaşında ölmüştü.

"Ensesinde derin kırışıklıklar olan sıska adam," Küba'da dünyaya veda etmeden önce, Ankara'da hafızama son bir ağ atıp geçmişti. Bir şişe rom karşılığı çektirdiği son fotoğraflarına bakarken, "Keşke bu fırtınalı yolculuğun sonunda hepimiz aynı şeyi yüksek sesle söyleyebilsek" dedim kendi kendime:

"Yenilmedim aslında, belki biraz fazla açıldım, o kadar..."

Can Dündar

Hayata iyi bakın

Blueman

07.05.2002

* Haftasonu şiiri

Hava sıcaklığı giderek artıyor... Güneş içimizi ısıtmayı bıraktı, yüzlerimizi yakmaya başladı.

Haftasonu için kimbilir ne planlar yapıldı.

O çok eskiden yazıdığım şiirime öyle güzel eleştiriler ve yorumlar aldım ki yine çok eskilerden, bende müthiş hisli duygular uyandıran bir başka şiiri sizlerle paylaşmak istedim.

Yalnız bu şiiri ben yazmamıştım sanırım.

"Bir gün kızarkadaşıma bir jartiyer aldım
O da gitti annesine verdi
Bu onları son görüşüm oldu"

Haftasonu Carrefour'da alışveriş seline kapılacaklar eğer bir an kocaman, sevimli bir ayı veya dinozor kostümü ile ortalarda dolaşan bir animatör görürlerse durup biraz düşünsünler... Ne ilginç bir iş değil mi şu kostüm giyip ortalarda dolaşma işi?

Herkes size bakıyor,

Ama kimse sizi görmüyor...

Sevgi ve yaşam sevinci dolu bir haftasonu ve hayat dilerim.

Hayata iyi bakın

Blueman

03.05.2002

* Çok nefis bir şiir...(ben yazdım)

Kimbilir kaç sene oldu şu aşağıdaki şiiri yazalı... Ama değerinden hiçbir şey kaybetmedi... Hala dokunaklı, hala çok içli...

Eveeet ilk şiir denemelerimden biri olan "Hisli Duygular" adlı bu olağanüstü çalışmaya, bugün evdeki eski fotoğraf ve dokümanları karıştırırken rastladım ve sizlerle paylaşmak istedim.

Sanırım şiir yazmaya son vermeye de bu çalışmamdan sonra karar vermiştim. Allah hepinizi korumuş...

HİSLİ DUYGULAR

Bir gün Seyfi bir ayı gördü
Ayı da Seyfi'yi gördü
Ayı çok iriydi
Aslında Seyfi iyi biriydi

Hayata iyi bakın

Blueman

30.04.2002

* Nisan dolunayı

Amerikan yerlileri bizim şu anda kullandığımız takvim sistemine sahip olmadıklarından, olayları dolunaylara göre tarihlendirirlermiş. Her dolunayın, her yerli kabilesine göre farklı farklı isimleri varmış. Buna göre ünlü Sioux şeflerinden Black Elk’in, “Beyaz adamlar kampımıza saldırıp elli adamımızı öldürdüklerinde Çiçek Dolunayı’ndan (Mayıs dolunayı) birkaç gün sonraydı.” gibi bir cümlesine ya da bir başka kabilede “Küçük oğlum Geniş Yapraklar Dolunayı’nda (Nisan dolunayı) doğdu.” gibi bir ifadeye rastlanabilirdi. Mesela Kazların Kuluçkaya Yattığı Dolunay, Süt Dolunayı, Bal Dolunayı gibi... Doğayı çok iyi gözlemleyip onunla gerçekten içiçe yaşamanın bir diğer güzel örneği...

En çok da dolunay zamanları, büyük, karmaşık, gürültülü ve geceleri fazlasıyla aydınlık bir şehirde yaşıyor olmaktan hüzün duyuyorum.



“Come with me
Into the trees
We’ll lay on the grass
And let the hours pass”

Depeche Mode – “Stripped”

Sioux’ların Kızıl Otların Belirdiği Dolunay’ında (Nisan Dolunayı) günlük koşuşturmacalar ve sorunlardan bir an da olsa sıyrılıp hayalgücümüzün kanatlarını takarak kimbilir hangi diyarlara gidebiliriz istesek...
Kimbilir hangi uzak okyanus kıyısında ayışığının aydınlattığı dalgalar kıyıya vuruyor, tatlı bir rüzgar hemen sahilin gerisindeki ormandaki ağaçları hışırdatıyordur.
Kimbilir hangi dağın yükseklerinde dolunay ışığının bembeyaz karlar üzerinde yansımasıyla ortalığa nasıl da güzel bir renk hakim oluyordur. Kulaklarınızda sadece rüzgarın ve ayaklarınızın altında ezilen karların sesi...
Hangi savanda gece avcıları karınlarını doyurmak için avlarına pusu kuracaklar.
Hangi çölde dolunay yükseldiğinde bile anca ılımakta olan kumlar üzerinde telaşlı koşuşturmacalar olacak.
Kimbilir hangi ayışığı manzarasında kimileri birbirlerine aşklarını heyecanla ilan edecek, kimi aşıklar da birbirleirne sarılıp içlerindeki sevgiyi en derinde bir kez daha hissedecekler.
Nice şarkılar söylenecek, nice şiirler okunacak.

Günleri güneşli, geceleri gizemli, ayışığı, heyecan ve aşk dolu bir haftasonu dilerim.

Hayata iyi bakın

Blueman

26.04.2002

* Baba bir yönetmen - David Lynch ve son filmi

David Lynch'in son filmi "Mulholland Drive" gösterimde... "Wild At Heart", "Blue Velvet", "Lost Highway" gibi, gerçek ve hayalin içiçe geçtiği, izleyicinin bu ikisini ayırmakta zorlandığı, son derece ilginç hikaye ve karakterlerle dolu, müziklerin filmin atmosferini çok başarılı şekilde güçlendirdiği (özellikle Angelo Badalementi'nin besteleri) filmlerin yönetmeni adını en çok "Twin Peaks" dizisi ile duyurmuştu... (Bu arada 28 Nisan'da CNBC-E kanalında "Twin Peaks: Fire Walk With Me" filmi gösterilecek)
Adamın filmlerinden zevk alabilmek için kesinlikle stiline alışık olmak ve sevmek gerekiyor. Yoksa filmlerden "Ne saçma şey yahu? Abi hiçbirşey anlamadım, gitti bizim paralar" diye çıkmak işten bile değil...

"Mulholland Drive"ı diğer filmlerinden de fazla beğendiğimi söyleyebilirim. Henüz filmi görmemiş ama görmek isteyenler için, filmi seyrederken aşağıdaki noktalara dikkat etmelerini tavsiye ediyorum. Ben bunları Radikal Gazetesi'nde okudum. Keşke filmi bunları bilerek seyretseydim, zira bu soruların hiçbirine cevap veremedim. Bir daha seyretmek farz oldu şimdi...
Haa bu arada filmde, genç yönetmeni filminde kendi istedikleri kızı oynatmaya zorlayanlardan birinin (espresso olayını yaratan) David Lynch'in birçok projesinde birlikte çalıştığı besteci Angelo Badalementi olduğunu söylemek isterim.

- Daha künye bile görünmeden en azından iki ipucu veriliyor.
- Kırmızı abajurun görünüşü.
- Adam Kesher hangi film için oyuncuları deniyor? Adını duyabildiniz mi? Filmin adı tekrarlanıyor mu?
- Kazanın geçtiği yer.
- Anahtarı kim veriyor? Neden?
- Sabahlık, kül tablası ve kahve fincani!
- Club Silencio’da ne için toplanılıyor, neyin farkına varılıyor ve ne hissediliyor?
- Yetenek Camilla’ya yardım etmeye yetti mi?
- "Winkies"in arkasındaki adamın etrafında olan bitene dikkat.
- Ruth teyze nerede?

Hayata iyi bakın

Blueman


19.04.2002

* Ağır bir özeleştiri

Bazen pozitif bir tepki oluşturabilmek için ağır sayılabilecek ve negatif bir eleştiri yapmak işe yarayan bir yöntem olabilir. Gerçekler acı da olsa yüzümüze vurulması gerekebilir bazen...

Çünkü "hayat koşuşturmacası" içinde "focus" sık sık bozuluyor bence...

Hayatın, bizim ona verdiğimizden başka bir anlamı olmadığını hatırlatmak için bir alıntıyı paylaşmak istedim...

Kendimiz gerçekten isteyerek yapamayacağımız şey yok... Dünyanın en zor savaşı ise kendimize karşı verdiğimiz savaş...

Ama bu savaşı verebilmek için öncelikle "farkında" olmak gerekiyor...

İpleri elimize alabildiğimiz ve güzellikleri yaratabildiğimiz bir haftasonu ve hayat dilerim.

Hayata iyi bakın

Blueman
.......................................................................

Ne yapıyoruz?
"Güzelliğin sonu 'çirkinlik'tir. Gençliğin kaderi 'solmak'tır. Hayat ağır ağır 'çürümekten' başka bir şey değildir, her gün ölüyoruz."*
Peki ne yapıyoruz?
Sürekli erteliyoruz.
Anne-babamıza onları ne kadar çok sevdiğimizi söylemiyoruz, sıkıca sarılmıyoruz.
İş, para, kariyer diye gözümüz dönmüş, sevgilimizi haftada bir gün zor görüyoruz.
Eşimizle çıkacağımız tatili 28'nci kere planlıyoruz, 29'uncuda da gitmeyeceğimizi biliyoruz.
Bebek istiyoruz ama "kendimize layık" eş bulamıyoruz. Bulduklarımızı kısa süre sonra diğerlerinin yanına "rafa kaldırıyoruz".
Reddedilmekten korkup, "seni seviyorum" diyemiyoruz. Arkadaşlarımızla randevularımızı "öncelikli ertelenebilecekler" listesine koyuyoruz.
Aldatıyoruz, aldatılıyoruz ve "başkasını bulamam" diye yalanlarla yaşıyoruz.
İşsiz kalan arkadaşlarımızı arayıp, sormuyoruz.
Karanlık kış günlerinin ardından parıldayan güneşi, plaza camlarının arkasından izliyoruz.
Yağlı, kızarmış, kanserojen demeden, bilerek ve isteyerek "habire" yiyoruz.
Her pazartesi rejime başlayıp, salı sabahı bırakıyoruz.
Sigara dumanını oksijenden daha büyük bir zevk duyarak ama "bırakmalıyım" diyerek içimize çekiyoruz.
Kahve, çay, çikolata tüketiminden vazgeçmeyip selülit kremlerine ve mide haplarına servetimizi yatırıyoruz.
Spor salonlarının broşürlerini arşivleyip, "işten güçten, bir türlü" gidemiyoruz.
Evimizi kitap doldurup hiçbirini okumuyoruz.
Diş ağrısından ölüyoruz, gözlerimiz doğru dürüst görmüyor, doktora gitmiyoruz.
Bizden sonrakiler için yalnızca "tıklayıp" bir ağaç dikmiyoruz. İhtiyaç duyan bir çocuğu okutmuyoruz.
Nefret ettiğimiz işimize "para" için devam edip, seveceğimiz bir iş arayışına girmiyoruz.
Ne yapıyoruz?
Her gün ölüyoruz.

* (Frederic Beigbeder, Aşkın Ömrü Üç Yıldır kitabından)

19.04.2002

* Sen de okyanus gibisin...

"I Went to the Ocean..."

I went to the ocean, questions on my mind...
The ocean replied kindly, "An answer you'll find."
"I'm unique, and I'm special, I'm one of a kind,
I'm beautiful, I'm sturdy, dependable and true...
and haven't you noticed?
You're all these things too."

Janice I Magro

Hayata iyi bakın

Blueman

15.04.2002

* Aşk ansızın gelebilir

Özel bir gün değildi...
Oturmuş çekirdek yiyordum...
Kabak çekirdeği...
Onu gördüm...
Çiçek dikiyordu...
Beceriksizce...
Çiçekler hep oradaydı aslında...
O da...
Hayatımın en mutlu günüydü...
Oturmuş çekirdek yiyordum...
Ve ruhum tehlikedeydi...

(Bir reklam metninden...)

Günleriniz aşkla dolu olsun...

Hayata iyi bakın

Blueman

11.04.2002

* Her gün doğar güneş...

Yeter ki açık olsun perdeler...

"Perdeler" - Şebnem Ferah

Hayata iyi bakın

Blueman

09.04.2002

* Hemen saçma demeyin, yüzyılların birikimi bunlar

Tam da bugünlerde yeniden ele almakta olduğum bir konuda gönderdiğin bilgiler için teşekkürler Deniz'ciğim... Bazılarına yorumda bulunmadan yapamadım yine...

Feng-Shui'ye göre:

- Yatağı pencerenin önüne koymak yanlıştır. Çünkü cam kırılgandır ve güvensizlik yaratır. Ertesi gün işinizden kovulma endişesi duyarsınız. Kendinizi güvende hissetmezsiniz. Uyumak içın önce kendinizi güvende hissetmelisiniz.
- İmzanızda adınız ve soyadınız mutlaka olsun. Soyadınızı yazmak, atalardan gelen enerjiyi de kullanmanız için gerekiyor.
- İmza atarken, adınızda geçen g, y ve yumuşak g'lerin kuyruklarını torba gibi yapın, bir süre sonra ekonomik olarak ferahladığınızı göreceksiniz. Harflerin bu kuyruklarına "para torbası" deniyor. (İSMİNİZDE BU HARFLERDEN BULUNMUYORSA YANDINIZ Kİ NE YANDINIZ)
- Yatak odanıza arada sırada ateşi getirmek için bir mum yakın. Mümkünse birkaç da çiçek olsun. Metal enerjisini kırmalısınız. (BİRKAÇ MUM VE ÇİÇEKLER DAHA FAZLA ATEŞİ GETİRECEKTİR. AMAN DİKKAT MUM DEVRİLMESİN ÇOK FAZLA ATEŞE DE GEREK YOK)
- Önemli biriyle kritik bir görüşme yapıyorsanız, etrafınızdaki sütun ya da üçgenlere sizin değil, onun yüzü dönük olsun. Tehdit altında kalan o olacaktır. (ORADAKİ HERKES BU KURALDAN HABERDARSA VE ORAYA KİMSE OTURMAK İSTEMEZSE ZATEN ÇINGAR ÇIKACAKTIR)
- Evlerinizde kare değil de, yumuşak hatlı koltuklar kullanın. Eğer koltuklarınızı değiştiremiyorsanız, mutlaka yumuşak yastıklar kullanın. Çünkü evinizde gevşemeniz gerekiyor.



- Bembayaz bir eviniz varsa, bitkiler kullanmalısınız. Mavili, yeşilli yatak örtüleriyle, su, akarsu posterleriyle değişik bir hava yaratabilirsiniz. Yatağın üzerine yastıklar koyabilirsiniz.
- Kurutulmuş çiçeklerin de belli bir ömrü var. Uzun süre evlerinizde bulundurmayın. Plastik çiçeklerin de ağaç enerjisi vardır ancak belli bir süre sonra eskir, enerjisini kaybeder. (BU KURU VE PLASTİK ÇİÇEKLERE DE ÇOK SİNİR OLURUM BEN ZATEN. GERÇEKLERİ VARKEN BUNLARA NE GEREK VAR Kİ. ONLARI SÜREKLİ TAZELEMEK Mİ ZOR GELİR BİZE ANLAMAM. HALBUKİ NE ZEVKLİ SÜREKLİ BİR YENİLİK VE TAZELİK... GENELDE PLASTİK ÇİÇEKLER ANDOLU'DA ÇOK SEVİLİR. HELE BİZİM ADANA'DAKİ AKRABALARDAN BAZILARI ÖYLE ABARTTILARKI DURUMU EV PLASTİK ÇİÇEK BAHÇESİNE DÖNDÜ... BENİ DE HASTA ETTİLER)
- Gümüş takı kullanmak insanı olumsuz yönde etkiler, duygusallaştırır ve ağlama isteği verir. Depresyona yol açtığı için dikkatli kullanın. Altının daha özel ve iyi bir enerjisi vardır.
- Yatak odasında, yattığınız yerden kendinizi bir aynada görüyorsanız, bu uykunuzu bozabilir. Rüya görmenizi ve dingin uyanmanızı engelleyebilir. Evin girişinde yani antrede ayna hemen kapının karşısında olmamalı. Yani eve giren kişi karşısında bir ayna bulmamalı. (YANSITICI OLDUĞU İÇİN ENERJİ AKIŞINI ENGELLEDİĞİNİ BİLİYORUM. BİR DE GECE UYANDIĞINIZDA UYKU SERSEMİ BİR VAZİYETTE ORADA BİRİNİN OLDUGUNU SANIP "AMANIN" DİYE KORKABİLİR VE UYKUNUZDAN OLABİLİRSİNİZ. TECRÜBE İLE SABİTTİR.)
- Balkonları depo olarak değerlendirmemeli, kullanmalıyız.
- Floresan ışık insan doğasına aykırıdır. (BENİ HEP HUZURSUZ ETMİŞLERDİR. AMA EVLERİNDE KULLANANLAR BİLE VAR. HEM DE O RAHATSIZ EDİCİ SESLERİ İLE)
- Dijital saatler kalp ritmini etkiler, uyanmak için başucunuzda klasik saatler kullanın. (KLASİK BİR SAATİN "TİK TAK"LARINI ÇOK SEVERİM AMA BAZI İNSANLARI UYUTMAZ O "TİK TAK"LAR)
- Klozetin kapağı daima kapalı tutulmalıdır. (DIŞARI KOKU YAYDIĞINDAN DEĞİL... ENERJİNİN SÜREKLİ BOŞALDIĞI GİTTİĞİ BİR DELİK, BİR YOL TEŞKİL ETTİĞİNDEN)

OLUMLU ENERJİNİZİN BOL OLDUĞU BİR HAFTASONU VE HAYAT DİLERİM.

Hayata iyi bakın

Blueman

29.03.2002

* Yeter bu gereksiz bilgiler de ama

Olsun yine de bunları okumaktan ve yorumlarda bulunmaktan geri kalmadım...

- Kendi dirseğini yalamanın imkansız olduğunu? (Kafası gereğinden fazla karışan birinin yorumu: Kardeşim niye dirseğimi yalayayım ki zaten? Hem ona bakarsan topuğumuzu da koklayamıyoruz ya da kendi kaşımızı dilimizle düzeltemiyoruz. Bu yüzden parmağımızı dilimizle ıslatıp kaşlarımızın üzerine götürmemiz gerekiyor. Saçlarımızı ise kendimiz değil inekler yalıyor arada sırada… Gerçi kendi diliyle kendi burnunu karıştıran bir arkadaşım vardı, ama o özel bir durum – zürafa dili - gerektiriyor. O arkadaşım herhalde kendi dirseğini de yalayabilirdi. Burada karşılıklı yarar felsefesinden hareketle, iki kişinin birbirine “dirsek yalama” konusunda faydalı olabileceğini ve birbirlerinin dirseklerini yalamalarını öneriyorum. Böylece herkes bir dirsek yalamış olur. Herkesin dirseği yalanmış olur. Bir sorun da kalmaz. Evet evet bu problemi de böylece halletmiş olduk…)
- Ördeğin vakvaklamasının yankı yaratmadığını ve bunu kimsenin açıklayamadığını? (Ördeklerin vakvaklamasının niye yankı yaratmadığının açıklaması aslında biliniyor, ama bunu dile getirmeye çalıştığınızda sesiniz duyulmuyor, yazmaya çalıştığınızda da kalem yazmıyor, bilgisayar klavyesinin tuşları basmıyormuş... Olay daha da bir gizemli yani...)
- Dünyadaki fotokopi makinelerinde meydana gelen arızaların %23’ünün, makinenin üstüne oturup kendi popolarının fotokopisini çekmek isteyen insanlar sayesinde meydana geldiğini? (Oturaklı fotokopi makinesi üretmenin zamanı gelmiş de geçiyor bile o zaman…Bence bu olayda “kendi kıçını görme” şansının çok da sık yakalanamamasının önemli bir faktör olduğu göz ardı edilmemeli…)
- Yaşamın boyunca uyku sırasında yaklaşık 70 böcek ve 10 örümcek yiyeceğini? (Sanırım kırsal bölgelerde yaşayanlar için geçerli değil mi? Ha öyle değil mi?)
- İdrarın zifiri karanlıkta parladığını? (Küçükken mahallede bir arkadaşım vardı. Biz bir yaz gecesi yine sokakta kukalı saklambaç falan oynarken ikimizin de küçük tuvaleti gelmişti. Zifiri karanlık bir inşaatın içine girip duvara karşı bu ihtiyacımızı giderirken yanımda işemekte olan arkadaşımın sıcak çıktılarının şortlu bacaklarımdan kayarak çoraplarıma doğru hücum ettiğini sadece iş işten geçtikten sonra hissedebilmiştim.)
- Eğer çok şiddetli hapşırırsan, kaburgalarından birini kırabileceğini? (Sanki teşvik ediyormuş gibi yazmışlar..."Hadi abi çok çalışırsan olacak, daha şiddetli hapşırırsan kırabilirsin kaburganı bak kıranlar nasıl kırıyor, senin ne eksiğin var?" gibi olmuş. Bence cümleye "maazallah" gibi bir kelime eklenmeli...)
- Hapşırmayı engellemeye çalışırsan, başındaki veya boynundaki damarlardan birinin yırtılabileceğini ve ölebileceğini?
- Hapşırdığın sırada gözlerini açık tutmaya çalışırsan, yerlerinden fırlayabileceklerini? (Hapşırma sırasında kalp de geçici olarak duruyormuş. Demek ki bunca olan şeyden sonra ve hapşırmak gerçekten de bu denli tehlikeliyken boşuna “Çok yaşa” denmiyormuş.)
- Domuzların vücut yapılarından dolayı hiçbir zaman başlarını yukarı kaldırıp gökyüzüne bakamadıklarını?
- Dünya nüfusunun %50 sinin hiç telefonla konuşmadığını? (Telefonları olsaydı kesin konuşurlardı…)
- Farelerin ve atların kusamadıklarını?
- 1 saat süreyle kulaklıkla birşey dinlemenin kulaktaki bakteri sayısını %700 arttırdığını? (Kulaklıkları çıkardıktan sonra azalıyor mu peki? Yani dışarı çıkıp gidiyorlar mı?)
- Çakmağın kibritten önce bulunduğunu?
- Parmak izleri gibi dil izlerinin de her insan için benzersiz olduğunu? (Ama hiç bir bilim kurgu filminde ileri güvenlik sistemleriyle korunan yerlerde kapıların yalayarak açıldığını görmedim. Ya kimlik kartı ya da göz bebeğinden tanıma kullanıyorlar…Herhalde daha pratik oluyor.)
- Bu yazıyı okuyan insanların %75 inden fazlasının, dirseklerini yalamaya çalışacaklarını:) (İşte buna karşıyım ben yaaa…Bu tür yazıları hazırlayan kişilerin %90’ı da önyargılı o zaman abi…)

Güzelliklerle dolu bir haftasonu dilerim...

Hayata iyi bakın

Blueman

22.03.2002

* Hanging around over Bosphorus...(tek cümlelik bir mesaj)

Olanca güzelliğiyle parıldayan güneş ışınlarının dansettiği Boğaz sularının üzerinde, İstanbul’un en güzel simgelerinden biri olan köprüden geçerken, şimdiye dek hayatın en derin ve karanlık çukurluklarında benliklerinden ve verdikleri karar sonucu hayattan koparak “bir başka yaşama” doğru uçuşa geçen insanların bir çoğunun, hayatlarının son dakikalarını geçirdikleri taksilerin şoförlerini, köprü üzerinde durmak yasakken ve “midem bulanıyor” bahanesi artık herkesçe bilinen bir intihar öncesi planken araçlarını durdurmaktan, “kusura bakma kardeşim ben seni bile bile ölüme gönderemem” ya da “kusacaksan aç camı da ben yavaş yavaş giderken sen kus” demekten alıkoyamayan düşünce, taksilerinin bir şekilde kirlenmesi korkusu mu veya bencilliği midir yoksa nasıl bir duygudur diye düşünüp durmam ve o taksi şoförlerinin bir insanın son dakikalarına şahit olurken hissettiklerini merak etmem acaba çok mu gariptir?

Hayata iyi bakın

Blueman

13.03.2002

* Doğanın çeşitliliğine hayranım

Geçenlerde orkidelerin 35.000 türü olduğunu öğrendiğimde hayrete düşmüştüm.

İşte hayvanların harika dünyasından birkaç şaşırtıcı bilgi... Yorumlarımla birlikte...

- Fareler kusamaz. (Aman sakın iğrenmeyin, yapamıyormuş işte...Bir de yapsaydı herhalde dünyanın en iç gıcıklayıcı sahnesi olurdu)
- Yılanlar duyamaz. (Bir arkadaşımın babası Marmara Adası'nda trekking yaptığımız sırada hep "Hooo Hooo" diye bağırır ve bunun yılanları kaçıracağını söylerdi...Bizi kafaladığını sonradan öğrendik işte böyle)
- Zürafalar yüzemez.
- Karıncalar uyumaz. (Uyumayıp da ne yaptıkları önemli..)
- Kirpiler suda batmaz. (O halde gemi yapımında kirpi kullanımı ciddi bir şekilde ele alınmalı derim ben)
- Kutup ayıları solaktır. (Kodu mu oturttuğu sürece ha sol vurmuş ha sağ...Farketmez)
- Sineklerin 5 gözü vardır. (Küçükken paket lastiği ile sinek avlamak için arkalarından yaklaşırdım ama yine görüp kaçarlardı)
- Yunuslar gözleri açik uyurlar. (Yaklaşan tehlikelere karşı güvende olmak için tek gözleri açık uyudukları söyleniyor, ama bilemezsin ki kardeşim belki anatomik bir bozuklukları vardır ve kapatamıyorlardır. Çok düşmanları da yok hani)
- Develerin üç tane kaşı vardır. (Ama yine de "gözünün üzerinde kaşın var" diye kavga çıkarmazlar)
- Zürafaların ses telleri yoktur.
- Zürafaların dili 35 cm kadardır. (Pabuç kadar dili var ama konuşamıyor...Ne güzel)
- Filler zıplamayan tek memelidir. (Aman iyi zıplamasınlar zaten. Maazallah hep beraber bir zıplasalardı n'olurdu kimbilir)
- İstakozların kanı mavi renktedir. (Bizim halkımızda da kolunu kessen çeşitli renklerde kan akacak adamlar var...)
- Bir sineğin hızı saatte 8 km'dir. (Bunu ölçmek için epey uğraşmışlardır bence)
- Kangurular geri geri yürüyemezler. (Ölsem geri adım atmam abı)
- Kelebekler ayaklarıyla tat alırlar. (Dilleri olmadığından mı acaba? Ya biz de ayaklarımızla tad alıyor olsaydık?)
- Sığırların dört tane midesi vardır.
- Kediler şeker tadını ayırt edemezler. (Boşuna şeker verip de şekeri ziyan etmeyelim o zaman)
- Atlar bir ay kadar ayakta kalabilirler. ("Ayakta uyuyon oğlum" lafını kesinlikle hak ediyorlar)
- 2600 kadar değişik cins kurbağa vardır. (Şu kurbağalar çok cins hayvanlar canım)
- Zebralar beyaz üzerine siyah çizgilidir. (Afrikalı olmalarına rağmen temelde zenci değiller yani))
- Baykuş, mavi rengi görebilen tek kuştur. (Yani bir ıstakozu kessen önünde bir tek baykuş görecek rengini...Bak bu bilgi de çok önemli)
- Timsahlar dillerini dışarı çıkaramazlar. (Gerek yok zaten, tadına bakmak istediklerini içeri alıyorlar)
- Deniz kobrası dünyanın en zehirli yılanıdır.
- Yetişkin bir ayı, bir at kadar hızlı koşabilir.

Hayata iyi bakın

Blueman

13.03.2002

* 8 Mart

Dünyada "Erkekler Günü" diye birşey kutlanmazken, neden "Kadınlar Günü"nü yaşamaya gerek olduğunu düşünürken, bunu erkeklerin zorunlu kıldığını farkettim. Ezilen, hor görülen, düşüncelerine değer verilmeyen, okula gönderilmeyen, rızaları olmadan evlendirilen, erkek çocuk özlemiyle görmezden gelinen, isimlerini bilmeyen babaları olan, eşit iş hakkı verilmeyen, tacize uğrayan kadınları ve feministleri gördükçe, bunların altında erkeklerin "errrrkek" davranışlarının ve sonuçlarının yattığını görüyorsunuz. Halbuki herkes insanca davranıp insanca muamele görseydi bu günlere gerek kalmazdı.

Neyse amacım "8 Mart Kadınlar Günü'nüz kutlu olsun" demek değil ama kadının güzel, sıcak, fedakar, erkekten farklı ve hatta üstün pek çok özelliği olan bir güzellik, bir varlık olduğunu erkek gözüyle çok güzel anlatan bir Çetin Altan yazısının bir bölümünü bugün vesilesi ile paylaşmak istedim.

Hayata iyi bakın

Blueman

"Pek yakında onbeşine basacak olan büyük oğlum geçen sabah:

- Baba hayatta en önemli şey kadın galiba diyordu.

- Galiba ne demek, elbette kadındır, dedim.

Kadınsızlığın ne olduğunu, üşüyen bir kedi gibi bir kadın sıcaklığı özlemiyle büyük şehirlerde tek başına yaşayan erkekler bilir.

Ne Haliç'in gurubu, ne Marmara'nın sisleri, ne Kozyatağı'nın toprak yolları, ne lokantadaki şarap, ne radyodaki müzik bir kadınla paylaşılmıyorsa bir hatıra güzelliğiyle hafızada yerleşmez. Bir koltuğa oturunca etekliğinin altından diz kapaklarının yuvarlaklığını göstererek uzanan bacaklar...

Her gülüşte ışıklanan dişler...

Dalgalanan saç, işveyle kalkan omuzu, ceylan esnekliğindeki bel, ilkiyle milyonuncusu arasında aynı lezzeti taşıyan, yarım kapaklı gözlerle dudaktan öpüşmesi. Cam üstünde kayan şurup damlası gibi dudaktan boyuna kayan erkek dudakları... Kadın da hayatın en önemli şeyi değilse, önemlilik sözcügü anlamsız kalır hayatta..."

07.03.2002

* Şubat dolunayı, Kate ve Leopold ve Öner

Şubat dolunayı belki yaz aylarında olduğundan da güzel bir şekilde, akşam 17:00 sıralarında gökyüzünde ihtişamlı bir güzellikle yükselirken, askerlik günlerimdeki ev arkadaşım Öner'in vakitsiz ve anlamsız bir şekilde 16 Şubat tarihinde aramızdan ayrılmasının verdiği hüzün daha bir ortaya çıktı. Evet bu "anlamsızlık" belki hayatın bir parçası ve ölümün her an bir adım ilerimizde olduğunu hiç aklımızdan çıkarmamamızı bir kez daha hatırlatan ve kaçınılması imkansız bir olay, ama yine de çok erken ve anlamsız geliyor işte...

Askerliğimizi bitirip, o hani arkadaşların birbirini sık sık arayıp sormasına engel olan "hayat koşuşturmacasına" girdikten sonra onun ve sevgili eşinin Bursa'da oturmaları bizim de sık sık görüşmemizi engeller olmuştu. Şu hayat koşuşturmacası öylesine "gözleri kör eden", "elleri kolları bağlayan" bir şeydi ki, ancak sakin bir günün sabahı bir gazetenin ölüm ilanları sayfasında, bir zamanlar birşeyler paylaştığım o güzel insanın ismini görmek beni kendime getirmişti.

Şu sıralar sinemalarda gösterilmekte olan "Kate&Leopold" filminin bir sahnesinde Meg Ryan, balkonda sevgilisinin kollarında hoş bir yaz akşamı geçirmekte iken karşıdaki evlerden birinin açık penceresinden "Moon River" parçasının hoş nameleri duyulur. Meg Ryan sevgilisine o dairede oturmakta olan yaşlı adamın her gece saat 12:00'de bu şarkıyı dinlediğini ve sonra ışıkları söndürerek uykuya daldığını anlatır. Belli ki adam artık ulaşılmaz olmuş bir sevgiliyi ve o sevgili ile ilgili anılarını özlem içinde tekrar yaşamak için her gece bu töreni sürdürmektedir. Zaten bu tür törenler ve hüzünlü anımsamalar hep bir şeyler artık "ulaşılmaz" olduğunda yaşanmaya başlar...

Belki çok klasik olacak ama, sevgilimiz, arkadaşımız, akrabamız veya herhangi bir sevdiğimiz artık ulaşılmaz olmadan ona sıkıca sarılmak, yanında huzur bulmak, sevdiğimizi, sevildiğimizi doyasıya hissetmek bu denli zor olmamalı...

Moon River

(H. Mancini/J. Mercer)

Moon River, wider than a mile
I'm crossing you in style, someday
Oh, dream maker, you heart breaker
Where ever you're goin'
I'm goin' your way

Two drifters, off to see the world
There's such a lot of world to see
We're after the same rainbow's end
Waitin' round the bend
My Huckleberry friend
Moon River and me

Hayata iyi bakın

Blueman

27.02.2002

* Otobüs durağında kişisel bir metafizik dumuru tecrübesi

Dün akşam Beşiktaş'taki İETT otobüs durağına intikal edip otobüsün kalkmasını bekleme aşamasına yeni geçmişken, hemen yanıbaşımda duran 30 yaşlarında gencin, 60-65 yaşlarındaki bir kadına yüksek sesle ve kızgın bir şekilde şunları söylediğini duydum:

- Anne bak, doğanın obsesyonları (ya da posesyonları da demiş olabilir) birbirinden farklı frekanslarda titreşir ve her organizmanın bunlara aynı şekilde tepki verdiğine dair bilimsel bir veriye şu ana dek ulaşılamamıştır.

Anne konumundaki bayandan duyamadığım kısıklıkta bir ses tonunda gelen cevap üzerine oğul "Anne sus Allah'ım sus diyorum sana sus sus..." şeklinde tepki vererek aşırı sinirlendiğinden birkaç metre ileriye yürüyerek sakinleşmeye çalıştı.

Ben ise tanık olduğum bu diyaloğun şaşkınlığını atarak, konuşmanın bundan sonraki muhtemel bölümlerine daha yakından kulak misafiri olabilmek için anneye daha da yakın bir yerde durdum. Ancak oğul elleri ceplerinde sinirli ve düşünceli biçimde bir oraya bir buraya dolanarak bir daha annesiyle konuşmadı. Otobüs kalkarken oğul en önde, anne ise orta kapının bir arkasındaki koltukta oturuyordu. Ben ise gencin, annesinin hangi cümlesi üzerine bu konuşmayı yapmış olabileceği, içimizde kaç kişinin annesiyle bu şekilde konuşabileceği, hatta kaçımızın herhangi bir nedenle bu şekilde konuşabileceği, annesinin de oğlunun bu konuşmalarına hangi düzeyde cevap verebildiği vs. gibi sorularla başbaşaydım.

Belki de annesi oğluna sadece "Oğlum hava soğuk, yakanı kapat, üşürsün" demişti.

Olamaz mı?

Hayata iyi bakın

Blueman

12.02.2002

* Son gereksiz bilgiler

"Sanat ve Eğlence Dünyası", "İnsan Vücudu" ve "Bilim ve Teknoloji" ile devam eden gereksiz ama ilginç bilgiler serisinin şimdilik son bölümü, bazı yorumlarımla beraber "İnsan Dünyası"...

Albert Einstein öldüğünde, son sözleri de onunla birlikte kayboldu gitti. O anda yanında bulunan hemşire Almanca bilmiyordu.

Yedinci yüzyıldaki yerli Meksikalılar Toltec’ler düşmanlarının ölümüne neden olmamak için savaşa tahta kılıçlarla gidiyorlardı. (SAFLIK DERECESİNDE İYİ NİYET BU OLSA GEREK)

İngilizler tarafından durdurulmadan önce, Hintli kadınların, kocaları öldüğünde onlarla birlikte yakılmaları bir Hint geleneğiydi.

Eskiden içki içenler kadehlerini, şeytanı kendilerinden uzak tutmak için tokuştururlardı.

Kahve, uluslararası ticaretin ikinci en büyük kalemidir. Birincisi petroldür.

Eski Peru’da bir kadın “çirkin görünümlü” bir patates bulduğunda, onu en yakınındaki erkeğin yüzüne vurması bir gelenekti.

Sihirli sözcük "Abracadabra" ilk zamanlar saman nezlesini geçirmek için söyleniyordu.

Her 20 bebeğin sadece 1’i doktorun öngördüğü tarihte doğmaktadır.

1969’da Avustralyalı şirket 'Poseidon'un bir hissesi $1 idi, bir sene sonra $280 oldular.

Alexander Graham Bell, hiç annesine ve eşine telefon etmedi, zira ikisi de sağırdı. (GÖRÜNTÜLÜ TELEFONU BULMAYA DA ÖMRÜ VEFA ETMEMİŞ)

Büyük Hun lideri Atila’nın bir cüce olduğu sanılmaktadır. (ÖNEMLİ OLAN BOY DEĞİL….)

15 Nisan 1912 tarihinde TITANIC ilk seferinde battı ve 1500’den fazla insan can verdi.. Bu kazadan 14 sene önce Morgan Robertson’ın yazdığı bir romanda böyle bir kazadan bahsediliyordu. Kitap, ilk seferinde, sisli bir Nisan gecesi, bir aysberge çarparak batan bir gemiyi konu ediyordu. Robertson’ın hayalinde canlandırdığı geminin adı ise “Titan” idi.

'denim' kelimesi 'de Nimes' den gelmektedir. Nimes, bu ürünün ilk üretildiği şehrin adıdır.

Bazı Eskimo’ların buzdolabını, yiyeceklerini donmaktan korumak için kullandıkları bilinmektedir.

Çin mutfağının ünlü Kuş Yuvası Çorbası’nın ana malzemesi tükürüktür.

Eski Yunan’da genç erkeklerin topluma açık yerlerde spor ve egzersiz yapmaları alışılmış bir olaydı…çıplak olarak.

Büyük Rus lideri Lenin 21 Ocak 1924’te bir beyin dokusu tahribatından hayatını kaybetti. Öldüğünde beyni normal boyutlarının dörtte birine inmişti.

Eski Roma’da bir erkeğin, bir söz verirken veya yemin ederken sağ eliyle testislerini avuçlaması geleneği vardı. İngilizce’deki “testimony” (tanıklık/sehadet etmek) kelimesi buradan gelmektedir. (ALLAH’TAN GÜNÜMÜZDE BU GELENEK DEVAM ETMİYOR)

Omaha Kızılderililerinin şefi Blackbird en sevdiği atına binmiş halde gömülmüştür. (ZAVALLI AT)

Standart bir testte ölçülmüş en yüksek iki IQ derecesinin ikisinin sahibi de kadındır. (BUNDAN “KADINLAR ERKEKLERDEN DAHA ZEKİDİR” GİBİ BİR SONUÇ ÇIKMAZ SANIRIM)

Hayata iyi bakın

Blueman

07.02.2002

* Yeni bir takım gereksiz bilgiler

"Sanat ve Eğlence Dünyası" ile başladığım, "İnsan Vücudu" ile devam ettiğim gereksiz ama ilginç bilgilere yenileri ekleniyor. Bu kez konu "Bilim ve Teknoloji"...


Dünyanın en uzun yürüyen merdiveni Leningrad Metrosu’ndadır ve 120 metre uzunluğundadır.

Laser, “Light Amplification by Stimulated Emission of Radiation” ın kısaltmasıdır.

John Dunlop, içi hava dolu (pnömatik) tekerleği bir bahçe hortumundan yola çıkarak bulmuştur. (oğlunun 3 tekerlekli bisikleti için)

Hidrojen hava ile yandığında su oluşur (HANİ 4H + O2 → 2 H2O GİBİ BİR FORMUL VARDI YA O İŞTE) (BİR YANMADAN SU OLUŞMASI VE SONRA DA YANAN ŞEYLERİ SÖNDÜRMEDE KULLANILMASI İLGİNÇ).

"1 metre" olarak adlandırılan uzunluk ölçüsü, ilk olarak Ekvator’dan Kutup Noktası’na kadar olan mesafenin 10 milyonda biri olarak tarif edilmiştir..

3 ana renk kırmızı, sarı ve mavidir. 3 ikincil renk ise yeşil, turuncu ve mordur.

22 ayar altın, binde 916 saf altın içermektedir.

4 boyutlu bir cisim olsaydı, onun gölgesi 3 boyutlu olurdu.

Bir uzay uçuşunda taşınacak her fazladan 1 kg. için, uzay gemisinin kalkışında 530 kg. fazladan yakıta ihtiyaç duyulmaktadır..

Bir kırbaçın “şaklatılabilmesi” için kırbaçın ucunun ses hızından daha hızlı hareket etmesi gerekir.

Dalgalar, boyları su derinliğinin onda yedisinden (7/10) büyük olduğunda kırılırlar.

Kalınlığı ne olursa olsun, hiçbir kağıt 7 kezden daha fazla ikiye katlanamaz..

Boeing 707 kalkış ve uçuş yüksekliğine ulaşma sırasında 4000 galon yakıt tüketir.

Wright Kardeşlerin ilk uçuşunun mesafesi, günümüzdeki bir Boeing 747 Jumbo Jet’in kanat açıklığından azdı.

80 km/saat hızla yol alan bir otomobil, o andaki yakıt tüketiminin yarısını rüzgarın direncini kırmak için yapmaktadır.

Mısır gevreği paketinde, mısır gevreğinin kendisinden daha fazla besin maddesi bulunur.

Leonardo da Vinci, uyuyan kişiyi ayağını gıdıklayarak uyandıran bir alarmlı saat icat etmişti.

Sıfırın altında 40 derece Celcius, sıfırın altında 40 derece Fahrenheit ile aynıdır.

Amerika Birleşik Devletleri, tüm dünyada üretilen enerjinin %25’ini tek başına tüketmektedir.

Hayata iyi bakın

Blueman

05.02.2002

* Nefes aldığının farkında ol

"Sanat ve Eğlence Dünyası" ile başladığım, kimi hayret uyandıracak kimi de belki gereksiz bulunabilecek bir takım bilgilere ve birkaçı ile ilgili yorumlarıma "İnsan Vücudu" ile devam ediyorum.


İnsülin pankreasta üretilir.

İnsan vücudundaki en küçük hücre spermdir.

En hassas sinir kümesi omurga kökündedir.

Vücudumuzdaki en küçük kemik üzengi kemiğidir.

1982’de İngiliz William Hall bir elektrikli matkapla kafatasına delikler delerek intihara teşebbüs etti… 8 delik açmayı başardı.

Bir insan 4 hafta içinde bütün deri yüzeyini kaplayacak kadar deri döker.

İnsan beyninin %80’i sudan ibarettir. (DEMEK Kİ HEPİMİZİN BEYNİ SULANMIŞMIŞ MEĞERSE)

Beyin, insan vücudunun oksijen ihtiyacının %25’ini tüketir.

İnsan burnu, tüm yaşamımız boyunca büyümeye devam eder.

Her insanın dil izi birbirinden farklıdır.

İnsan vücudunda her saniye 15 milyon kan hücresi üretilir ve yok olur.

Konuşma kontrolünden genellikle beynin sol tarafı sorumludur. (PEKİ ONUN KONTROLUNDAN KİM SORUMLUDUR? O KADAR KONTROLSUZ KONUŞAN VAR Kİ...)

Bir tek insanın derisinin üzerinde yaşayan organizma sayısı, dünya üzerindeki insan sayısından fazladır.

İnsan vücudundaki en büyük hücre, kadın üreme hücresi “ovum”dur.

30 yaşından itibaren insan sürekli küçülmeye (boyut olarak) başlar.

İnsan vücudu 6,000 milden fazla kan damarı ihtiva eder.

Bir insan akciğerinin toplam iç yüzeyi bir tenis sahası kadardır.

İnsan midesindeki hidroklorik asit bir çiviyi eritebilecek güçtedir.

Eski Mısır’da bir doktor eğer ameliyat sırasında hastasını kaybederse, eli kesilerek cezalandırılırdı. (ŞİMDİ İSE ELLERİNİ KOLLARINI SALLAYA SALLAYA DOLAŞIYORLAR)

Ortalama insan beyni 1.3 kg.dır.

Vücut ısısının yaklaşık %80’i başımızdan kaybedilir.

İnsan karaciğerinin %80’i bile alınsa, organ faaliyetine devam eder ve baştaki boyutlarına ulaşacak şekilde kendisini onarabilir.

İnsan vücudundaki tüm kemiklerin yaklaşık dörtte biri ayakta bulunur.

Ortalama olarak günde 25,000 kez göz kırparız.

Dizin arka kısmını tarif edecek tek bir kelime bulunmamaktadır.

İnsan vücudunda bir tırtılın vücudundan daha az kas bulunur.

Yetişkin insanlar günde ortalama 23,000 kez nefes alıp verir.

(İŞTE BU ÇOK İLGİNÇ GELDİ BANA...BU KADAR YAPIP DA FARKINDA OLMADIĞIMIZ BİR OLAY DAHA İŞTE...HALBUKİ YAŞAM ENERJİSİ VÜCUDUMUZA ALDIĞIMIZ NEFES İLE GİRİYOR...)

Hayata iyi bakın

Blueman

30.01.2002

* Ocak dolunayı

Dün akşam martıların eşlik ettiği bir şehir hatları vapuru ile Kadıköy'den Beşiktaş'a dönerken, güneşin batı tarafını kızıla boyayarak batmasının ardından doğudaki mavi-gri bulutlar aradından ihtişamla yükselen dolunayın güzelliğine kaptırdım yine kendimi...

Kızkulesi, Boğaz Köprüsü ve Boğaz suları onun ılık mavi ışıklarıyla aydınlanırken karanlık da yavaş yavaş çöküyordu. Karanlık çöktükçe dolunayın ışıltıları daha da belirginleşti ve güzelleşti.

En sevdiğim film olan Luc Besson'un yönettiği, müziklerini Eric Serra'nın yaptığı "The Big Blue"nun kapanışındaki bir şarkı çalınmaya başlamıştı bile...

My Lady Blue ("Mavi Leydi"m)

Müzik Eric Serra, sözler Luc Besson

No regrets Artık pişmanlık yok
No tears Artık gözyaşı yok
Only a strange feeling Sadece garip bir duygu
Slipping without falling Düşmeden kayıp gidiyor
I'm trying another world Başka bir dünyayı deniyorum
Where the water's not blue anymore Suyun artık mavi olmadığı
Another reality Başka bir gerçekliği
Oh my baby I love you Oh bebeğim seni seviyorum
My lady blue Benim "mavi leydi"m
I'm looking for something Asla ulaşamayacağım
That I'll never reach Birşeyi arıyorum
I see eternity Sonsuzluğu görüyorum

No more sun Artık güneş yok
No more wind Artık rüzgar yok
Only a strange feeling Sadece garip bir duygu
Leaving without moving Hareket etmeden ayrılıyor
I'm trying another world Başka bir dünya deniyorum
And the sky slowly fades in my mind Ve gökyüzü zihnimde yavaşça siliniyor
Just like a memory Tıpkı bir anı gibi
No more reasons Artık sebepler yok
No fears Artık korkular yok
Only this strange feeling Sadece garip bir duygu
Giving without thinking Düşünmeden veriyor
Oh my baby I love you Oh bebeğim seni seviyorum
My lady blue Benim "mavi leydi"m
I'm looking for something Asla ulaşamayacağım
I'll never reach Birşeyi arıyorum
Baby I love you Bebeğim seni seviyorum
My lady blue Benim "mavi leydi"m
I'm searching for something Asla ulaşamayacağım
That I'll never reach Birşeyi arıyorum
I see eternity Sonsuzluğu görüyorum.

Hayata iyi bakın

Blueman

29.01.2002

* Öğren ki şimdiki sen biraz önceki senden farklı olsun

“Kim 500 Milyar İstemez ki?", "Ay o kadar Riskli ki", "Aha da kaç kiloysan o kadar altın" ve "Şu Halkanın En Zayıfı Kim? Çabuk Def Olup Gitsin, Şeytan Görsün O Salak Yüzünü" gibi yarışmalara katılmayı iyice kafaya koymuş ve belki de bu tür yarışmalar yüzünden artık "hayata daha iyi bakar" (okuduklarına daha dikkat eder, daha çok okur, ayrıntılara daha çok önem verir bir halde) iken tabii ki kafayı önemsiz bilgilerle doldurmamak da gerek...

Ben bir süredir öğrendiklerimi bir süzgeçten geçirerek ilginç veya hayranlık uyandıracak olanları paylaşmak istedim. Esas olan bilginin paylaşımıdır değil mi? Hem belki sen de bilgilerini benimle paylaşırsın. Böylece artık ikimiz de daha çok şey biliyor oluruz.

"Sanat ve Eğlence Dünyası" ile başlıyoruuuuuz. Yani devam edecek.

Rodin’in “Düşünen Adam” adlı heykeli aslında İtalyan şair Dante’nin bir portresidir. (GEÇENLERDE "KİM 500 MİLYAR İSTER?"DE SORU OLARAK ÇIKTI BU...)

Eskimo dilinde “kar”in değişik hallerini tasvir eden 20’den fazla sözcük vardır.

Keman tellerinin yapıldığı malzeme doğal at kılıdır.

Yul Bryner “Kral ve Ben” adlı oyunda 4000’den fazla kez rol almıştır.

Miss Piggy’nin ölçüleri 27-20-32’dir.

“Ben Hur” filminin ünlü at arabası (chariot) yarışı sahnesinde, uzaklarda bir yerlerde kırmızı renkli bir otomobil gözükmektedir.

İngilizce alfabenin tüm harflerini kapsayan “the quick brown fox jumps over the lazy dog” (daktilo yazma eğitimlerinde yararlı bir cümledir) cümlesinin Fransızca’da da bir benzeri vardır: “Allez porter ce vieux whisky au juge blond qui fume un Havane”…Anlamı da “Al şu eski viskiyi Havana purosu içen sarışın yargıca götür”dür.

Cinderella masalının orijinalinde terlikleri kürktendir, ama bir çeviri hatası sonucu terlikler camdan terlik olmuştur.

İlk Oscar ödülleri 16 Mayıs 1929’da verildi.

Issur Danielovitch Demsky 9 Aralık 1916’da doğdu, herkes onu Kirk Douglas olarak tanıdı.

İtalyan şair Dante ünlü eseri “İlahi Komedya”yı tamamladığı gün öldü. (BU DA ILAHİ BİR KOMEDYA OLMUŞ SANIRIM)

Charlie Chaplin’in bastonu bambudandı.

İncil’deki Genesis 1:20-22’ye göre yumurta tavuktan çıkmıştır. (İŞTE BİR MUAMMA ÇÖZÜLMÜŞ OLDU BÖYLECE)

Marlene Dietrich 27 Aralık 1901’de doğmuştur. Zamanın en ünlü aktrislerinden biriydi ve erkekler konusunda bir uzman olarak kabul ediliyordu. Marlene söyle demişti "Kadınların çoğu erkeklerini değiştirmek için çabalar durur ve bunu başardıklarında görürler ki artık o erkek sevdikleri erkek değildir"

Yaşamış en büyük yazarlardan olan William Shakespeare ve Miguel de Cervantes (Don Quixote’un yazarı), aynı gün yani 23 Nisan 1616’da ölmüştür.

Sadece tek bir western film kadın bir yönetmen tarafından çekilmiştir.

Hayata iyi bakın

Blueman

24.01.2002

* Şöyle bir komik durum hasıl oldu geçenlerde

Bir "Pazarlama ve Satış Müdürü" pozisyonu için, bir holdingin iki şirketine birden bakmakta olan ve eğer işe girmem söz konusu olursa bağlı çalışacağım Genel Müdür ile iş görüşmesi halindeyiz.

Konuşma, durumu pek alışıldık olmayan Genel Müdür sebebi ile her an gerginlik yaratabilecek bir pozisyonda... Konuştuğum kişi çok sevimli ama oldukça ciddi, çok titiz olduğu her halinden belli, 4 aylık hamile bir bayan. Oldukça ağır bir iş yükü altında ve üstelik belki benim hiç anlayamayacağım bir ruh hali ile çalışmakta ve doğuma kadarki ve sonraki dönem kimbilir daha ne gerilimler yaşayacak. Ama çok da profesyonel olduğundan bu gerilimleri işine yansıtmayacağını sanıyorum.

Bir ara önündeki formda yazılı olan doğum tarihime dikkat ederek hangi burçtan olduğumu ve burçlarla ilgilenip ilgilenmediğimi soruyor. Ben de genel olarak Aslan Burcu ve özel olarak da kendim hakkında bazı kişilik bilgileri veriyorum.

Az sonra "Aslan Burcu hangi burçlarla anlaşır?" sorusu ile karşılaşıyorum. Bildiğim kadarıyla sayıyorum. O sırada konuşmamız iyice samimi bir havaya girmiş durumda. Ben oldukça rahat ve doğal konuşuyorum.

"Aslan hangi burçlarla anlaşamaz peki?" sorusuna karşı hiç beklemeden "Sanırım Başak, Akrep, eeee..." derken şu cevabı alıyorum:

"Ben Başak'ım ve yükselenim de Akrep. Üstelik babamla doğumgünleriniz aynı. Yani Aslan Burcu'nu oldukça iyi tanırım."

Hadi hayırlısı...

Hayata iyi bakın

Blueman

18.01.2002

* Hayat bu denli basit ve güzel işte

Bizleri bu denli kolayca ve derinden yakalayabilen bir büyük usta, Nazım Hikmet'in sırrı sanırım insanı, hayatı ve hayatı oluşturan o, bizlere çoğu zaman alışıldık ve basit gelen, aslında anlamsız bir hedefe doğru telaşla koşan gözlerimizin görmekte zorlandığı inanılmaz mucizeleri bizlerden çok farklı bir boyutta görebilmesi ve büyük bir sıcaklık, cesaret ve duygu yoğunluğu ile yansıtabilmesiydi.

MASALLARIN MASALI

Su başında durmuşuz çınarla ben.
Suda suretimiz çıkıyor çınarla benim.
Suyun şavkı vuruyor bize çınarla bana.
Su başında durmuşuz çınarla ben, bir de kedi.
Suda suretimiz çıkıyor çınarla benim, bir de kedinin.
Suyun şavkı vuruyor bize çınarla bana, bir de kediye.
Su başında durmuşuz çınar, ben, kedi, bir de güneş.
Suda suretimiz çıkıyor çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin.
Suyun şavkı vuruyor bize çınara, bana, kediye, bir de güneşe.
Su başında durmuşuz çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
Suda suretimiz çıkıyor, çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.
Suyun şavkı vuruyor bize çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.
Su başında durmuşuz.
Önce kedi gidecek kaybolacak suda sureti.
Sonra ben gideceğim kaybolacak suda suretim.
Sonra çınar gidecek kaybolacak suda sureti.
Sonra su gidecek güneş kalacak, sonra o da gidecek.
Su başında durmuşuz çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
Su serin,
Çınar ulu,
Ben şiir yazıyorum.
Kedi uyukluyor,
Güneş sıcak,
Çok şükür yaşıyoruz.
Suyun şavkı vuruyor bize çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.

Nazım Hikmet 7 Mart 1958 Varşova - Svider

Hayata iyi bakın

Blueman

18.01.2002

* Şemsiye

tozlu bir şemsiye durur
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla

anımsar mısın bilmem
yağmurun bardaktan
boşanırcasına yağdığı o günü
hani şemsiyeyi iyice çekip başımıza
dudaklarımla hesaplamıştım
yüz ölçümünü

nicedir sokağa çıkarmıyorum
şemsiyeyi
korkuyorum çünkü
kapısı açık kafesinden
uçan bir kanarya gibi
beni ikinci kez terk etmenden

yanıt alamayacağımı bilsem bile
yanına gidip
sorarım her gün şemsiyeye
altında elele
nasıl görünürdük diye

Sunay Akın

Bazı yağmurlu günlerin, bazı soğuk ayazlı gecelerin ya da tir tir titrenen bir karlı
günün kimi zaman bu kadar özlenir olmasını mümkün kılan sevgi...

Aşk ve sevgi haftasonunu ve tüm hayatını aydınlatsın.

Hayata iyi bakın

Blueman

11.01.2002

* Geçen dolunay ve bir hayata dönüş vakası


Geçen senenin son günlerinden birinde güzel ve güneşli bir haftasonu yaşıyorduk. Akşam üzeri 17:30’da şehrin en uzak noktalarından birinde bir iş görüşmesi için randevum vardı. Güneş böylesi bir kış gününde görevini fazlasıyla yapmış olmanın gurur ve yorgunluğu ile çekilip ortalığı senenin son dolunayına bırakırken, çok güzel ormanlık alanların arasından, ancak oldukça bozuk bir yoldan ilerliyor ve tatlı tatlı sohbet ediyorduk. Saat 17:00 sularında randevu yerine oldukça yakın bir bölgede, randevuya epeyce geniş bir zaman önceden varacak olmanın rahatlığı ile ilerlerken, bir derenin üzerinden geçmekte olan oldukça dar bir köprüye ulaştığımı ve aynı anda da köprünün üzerinde bir kamyon olduğunu farkettim. Ancak birden farkettiğim ve beni az bir zaman sonra telaşlandırmaya başlayacak olan, kamyonun dörtlü sinyallerini yakmış ve hareketsiz durumda köprüyü trafiğe tıkıyor oluşuydu. Geçen dakikalar boyunca değişen tek şey, kamyonun öteki tarafında ve bizim arabanın arkasında birer araç konvoyunun oluşmasıydı. Ben köprünün bir tarafında ilk arabadaydım ve kamyonu arkadan görmekteydim. Bir süre sonra kamyonun önünde yanı köprünün öteki tarafındaki sıradaki araçlar bir bir geri dönmeye başladılar ve o tarafta neredeyse hiç araç kalmadı. Biz ise bu köprüyü mutlaka geçmeliydik, yoksa randevuya geç kalacaktık. Kendimizi bir anda bir film karesinin içinde buluvermiştik sanki…



Neyse ki biraz sonra arkamda beklemekte olan araçlardan.inerek, kamyonun ön tarafında doğru seğirten birkaç şoför gördüm. Ancak endişelerim az sonra “Doktor yok mu aranızda? Yetişin adam kriz mi ne geçiriyor… Araya sıkışmış…” diyerek geri dönen biri ile artışa geçti. Kamyonun ön tarafı bir anda bir sürü insanla doldu, ancak neler olduğunu oturduğumuz yerden bir türlü anlayamıyorduk.

Birden Gato, üzerindeki şık takım elbiseye ve yeni boyamış olduğu ayakkabılarına aldırmadan arabadan indi ve çamurlu yolda ilerleyerek köprüyü geçti. Bir süre sonra geri döndüğünde tarif edilemez duygular içinde olduğu besbelliydi. Bu arada kamyon da yoldan çekilmişti ve açılan yoldan ilerlemeye başladık. Gato’nun anlattıkları ile biz de büyük bir şaşkınlık, üzüntü ve endişe içine sürüklendik.

Gato’nun, kamyonun önüne gittiğinde gördüğü manzara, kamyonun açık motor kapağı ve içinden dışarı doğru yere paralel uzanan iki adet bacak şeklindeydi. Sanki dev bir canavarı andıran kamyon, şoförü olduğunu tahmin ettiği bir kişiyi başından başlayarak yutmuş ve içine çekmişti. Bacaklar, dolayısı ile adam hareketsizdi. Adamı oradan çıkartmaları oldukça güç olmuş, zira eli bir yere sıkışmış, adam adeta kamyonun içine doğru çekilmiş şekildeymiş. Adamı yere indirdikten sonra hala nefes aldığını görerek hem umutlanan, hem de telaşlanan kişiler arasında biri elindeki cep telefonuyla bir yerlerden yardım çağırıyor ve adresi tarif etmeye çalışıyor, bir diğeri “Adam sarılık…Sarılık adam sarılık” diye bağırıp yardım çağırıyormuş. Gato’nun olaya ilk müdahalesi “Sarılık değil sara” diyerek telaşlı adamı kendine getirmek olmuş. Sonra da hala nefes alan, ama geçirdiği kasılmalar nedeniyle nefesi çok düzensiz ve baygın durumda olan adamı yere yatırmışlar, başının altına bir battaniye ile destek olmuşlar, ayaklarını da hafifçe havaya kaldırmışlar. Gato, ambülans bulup göndermek üzere oradan ayrılmış.

Randevu yerine ulaştığımızda oracıkta acil durumlar için beklemekte olan ambülansı, daha çok bir diğer yardımsever sürücünün girişimi sonucu olay yerine gönderince içimiz biraz daha rahatlamıştı.

İş görüşmesinden çıkıp şehre geri dönerken, yani yaklaşık 1-1,5 saat sonra kamyonu aynı yerde ve şoförü de kamyonunun yanıbaşında birkaç arkadaşı ile birlikte görünce artık iyice rahatlamıştık. Adama ‘geçmiş olsun’ dileklerinde bulunup, kendini nasıl hissettiğini sorduğumuzda geçirdiği şok nedeniyle içli içli ağlamaya başladı. Dedikleri zor anlaşılıyordu. Kamyonu tamir etmeye çalışırken elini birden bir yere kaptırmış ve içeri doğru çekilmişti ve muhtemelen o sırada bayılmıştı. Çok şükür ki olay tamamıyla ıssız bir yerde gerçekleşmedi, yoksa belki de yardımcı olacak kimse yanına uğramayacaktı. Tıpkı adamın o içler açısı halini görmelerine rağmen araçlarını geri döndürerek olay yerinden uzaklaşan köprünün diğer yanındakiler gibi belki birkaç kişi görecek ama yardımcı olmayacaktı.

Yaşamın kıyısında kısa bir tur yapıp hayatı tekrar kucaklayan, ufacık mutluluklarla dolu hayatına, ailesine, çocuklarına geri dönen bu sade insanın sevinç gözyaşları, senenin son dolunayının aydınlattığı çevre yolunda ilerlerken, sanki birer birer içime damlayarak bana da sonsuz bir yaşama sevinci verdi.

Bu belki de hayatın bana bir “yeni yıl hediyesi” idi.

Hayata iyi bakın

Blueman

03.01.2002

* Fazlasıyla etki altında bir yeniyıl mesajı

“1 Ocak’ta Rusya’nın yaratacağı bir kriz oluşabilir. 18 Ocak – 8 Şubat arası dönem özellikle Kova burcu için kritik gelişmelere sebep olabilir, tüm dünyadaki bilgisayar, iletişim sistemleri vs. ile ilgili büyük sorunlar ortaya çıkabilir. Mayıs ayının sonu ile Haziran ayı başlarında önemli bir terör olayı daha gerçekleşebilir. Türkiye için ortaya çıkan olumlu gidişat işaretleri Haziran ayından sonra ivme kazanmaya başlayacak, olumlu gidiş özellikle 2003 yılında iyice hız kazanacak. 2004 çok parlak bir yıl olarak gözüküyor. 2002 içinde çok önemli bir politik ismin kaybı görünüyor. Eylül ayı büyük borsa krizlerine gebe, uzak durmakta yarar var.”

Geçen Pazartesi akşamı “Teke Tek” programında konuşan astrologların tahminleri bu şekilde özetlenebilir. Olumlu tahminlerin gerçeğe dönüşmesini, olumsuz tahminlerin birer yanılgı olmasını dilerim.

Geçen gün spor yaptığımız salondaki birkaç TV ekranından birinde CNBC-e kanalında “Dawson Creek” adlı bir dizi oynuyordu. Televizyonun sesi kısık olmasına rağmen, diziyi arada sırada altyazılarından takip ederken, ilginç birkaç sahneye rastladım. Henüz ayrılma kararı almış bir çift o günün akşamında telefonda görüşüp birbirlerine nasıl olduklarını soruyorlardı sanırım. Erkek kıza “Bazı şeylerden hep korkarız, ama sonunda görürüz ki korkularımız bizi özgürleştirmektedir aynı zamanda.” der. Kız anlayamaz tam olarak. Bunun üzerine erkek “Ayrılmaktan bu denli korkmasaydık, ayrıldıktan sonra bu denli özgür hisseder miydik kendimizi?” diye ekler.

Ben korkuların insanı kısıtladığını ve üzerlerine gidilmesi gerektiğini düşünürdüm hep. Bana bu bakış açısı ilginç geldi. Daha az korku dolu ve korkularımızın itici gücünü olumlu kullanabildiğimiz günler dilerim.

Bir başka sahnede ise halının üzerinde öpüşmekte olan bir çift görünüyordu. Erkek daha ileri gitmek istediğinde kız onu durdurdu ve şunları söyledi: “Lütfen, durmalıyız... Bu doğru olmaz. Çok üzgünüm. Şu anda çok sarhoşşsun, sarhoşsun ve yalnızsın... Ve gay’sin” Ha haaa, son kelime benim için epey sürpriz olmuştu.

Küçücük ve bizden başkasının farketmediği anlık sürprizler ya da planlı, isteyerek ve bilerek yapılan hoş sürprizler olsun hayatımızda...

Geçenlerde son gösterisini izleme şansı bulduğum Genco Erkal’ın Can Yücel’in yaşamı ve şiirlerinden yola çıkarak gerçekleştirdiği “Can” adlı muhteşem gösterisinin bir bölümünde “Televizyon kanal(izasyon)ları” deyimi geçiyordu.

Daha az TV kanalizasyonlu, daha çok seviyeli TV kanallı, daha çok kitaplı ve müzikli günler dilerim.

Come with meInto the trees
We’ll lay on the grass
And let the hours pass

Let me see you
Make decisions
Without your television

“Stripped” – Depeche Mode 1986 albümü “Black Celebration”dan

Daha çok doğayla bütünleşebildiğimiz, hadi bütünleşmeyi bıraktım, doğaya dokunabileceğimiz günler dilerim.

Son okuduğum kitap olan Sunay Akın’ın “Kız Kulesi’ndeki Kızılderili” adlı kitabında, hem kızılderilileri çok sevmem ve kendimi onlara yakın hissetmem, hem de şiir ve başarılı gözlemler çok hoşuma gittiğinden oldukça keyifli saatler geçirdim. Bir bölümde, New York’a o gökdelenler dikilmeden yıllar önce bir Sioux rahibinin gece rüyasında kendi halkının etrafından garip yaratıkların çok büyük örümcek ağları ördüklerini gördüğünden bahseder. Ve rahip uyanır uyanmaz kabileyi etrafına toplayarak şunları söyler: “Bunlar olduğunda kare şeklinde boz bozalak evlerde yaşayacaksınız, kısır ve kıraç bir toprakta. Ve kare şeklindeki boz evlerin dışında açlıktan kırılacaksınız.”

Acaba o taş duvarların içinde bizim çektiğimiz de başka türlü bir açlık olabilir mi?

New York’u gören şairlerimizden olan Necati Cumalı da izlenimlerini şu dizelerle paylaşır bizimle:

“Bir güzdür New York
Beton ağaçlar korusu
Yastığımın altında
Yapraklar uğulduyor”

Yapraklar sadece yastıklarımızın altında uğuldamasın inşallah.

Bir kızılderili deyişinde şunlar söylenir: “Ulu Ruh, bir başkasını yargılamadan önce, onun ayakkabılarıyla yürümeyi nasip et.” Bir başkasının ayakkabılarıyla yürümek (İngilizce’ye de “walk in someone’s shoes” olarak yerleşmiştir), kendini onun yerine koyabilmek, onun o şekilde davranmasına sebep olan tüm dış faktörleri, kişiliğini, o ana kadar o kişi için gelişen olayları onun adına düşünebilmek, anlamaya çalışmak için çaba sarfetmek demektir.

Daha az önyargılı ve “daha fazla ayakkabı”lı günler dilerim.

Keşke tüm güzel dileklerimiz gerçek olabilse... Gerçekleşebilecek şeyler dilersek ve kalpten inanırsak niye olmasın. Zaten dua etmek de hep “güzel şey”ler dilemek, dolayısıyla güzel düşünceler içinde olmak, olumluya konsantre olmak değil midir? İçimizde oluşturduğumuz o pozitif ve güçlü enerjiyi belki farkında olmadan kendi kendimize gerçeğe dönüştürüyoruzdur sonraları...

Ben de kendin için güzel ve doğru olduğuna inandığın olayların gerçeğe dönüşmesi, bir de hayatın bir parçası olan inişleri, kötü olayları ve aksilikleri de kabullenebilmek için, kendi içinde gereken o güçlü enerjiyi oluşturacak şekilde olumlu düşünmeni ve her zaman inanmanı dilerim.

Hayal etmeye devam et.

Hayata iyi bakın

Blueman

27.12.2001

17.8.07

* 64 yaşımda olduğumda

Geçenlerde başka diyarlara göçen George Harrison'ın üyesi olduğu Beatles grubundan, yine geçenlerde kimbilir kaçıncı kez tekrar seyredip özlem giderdiğim "The World According To Garp" (Robin Williams, Glen Close) filminin jenerik şarkısı olarak kullanılan "When I Am Sixty Four"...

When I get older losing my hair, Giderek yaşlanırken saçlarımı kaybederek,
Many years from now Bundan seneler sonra
Will you still be sending me the Valentine, Bana hala Sevgililer Günu, Doğumgünü tebrikleri ve
şarap şişesi
Birthday greetings, bottle of wine Gönderiyor olacak mısın?
If I'd been out till quarter to three Gecenin 3’üne kadar dışarıda kaldıysam
Would you lock the door Kapıyı kilitleyecek misin?
Will you still need me, Bana hala ihtiyaç duyacak mısın?
will you still feed me Beni hala besleyecek misin?
When I'm sixty-four. Altmış dört yaşında olduğumda.

You'll be older too, Sen de daha yaşlı olacaksın
And if you say the word Ve eğer o kelimeyi söylersen
I could stay with you. Seninle kalabilirdim.

I could be handy mending a fuse Bir sigortayı değiştirmeye kabiliyetli olabilirdim
When your lights have gone Elektriklerin kesildiğinde
You can knit a sweater by the fireside Şöminenin yanıbaşında bir süeter örebilirdin
Sunday morning go for a ride Pazar sabahları bir yürüyüşe çıkabilirdin.

Doing a garden, digging the weeds, Bir bahçeyle uğraşmak, tohum ekmek
Who could ask for more Daha fazla ne istenebilir ki
Will you still need me, Bana hala ihtiyaç duyacak mısın?
Will you still feed me Beni hala besleyecek misin?
When I'm sixty-four. Altmış dört yaşında olduğumda.

Every summer we can rent a cottage in the Isle of Wight,
Her yaz Wight Adası’nda bir kır evi kiralayabiliriz
If it's not too dear Eğer bu o kadar güzel değilse
We shall scrimp and save Biz de cimrilik yapar para biriktiririz
Grandchildren on your knee Dizlerimizde torunlarımızla
Vera, Chuck & Dave Vera, Chuck ve Dave
Send me a postcard, Bana bir kartpostal gönder
Drop me a line Bir telefon et
Stating point of view Bakış açını anlat
Indicate precisely what you mean to say “Sevgilerimle” derken ne demek istediğini
Yours sincerely, wasting away Bana tam olarak anlat
Give me your answer, Bana cevabını ver
Fill in a form, Bir form doldur
Mine for ever more, Sonsuza kadar benim
Will you still need me, Bana hala ihtiyaç duyacak mısın?
Will you still feed me Beni hala besleyecek misin?
When I'm sixty-four. Altmış dört yaşında olduğumda.

Sevginin ve küçük mutlulukların eksik olmadığı (yeterince) uzun bir hayat dilerim.

Hayata iyi bakın

Blueman

21.12.2001