19.11.07

* Aralık dolunayı ve meleklerin hayalleri

Akşam eve doğru yürürken karşımda ufuktan yükselmekte olan dolunay, güneşli bir Aralık gününün ardından çöken karanlıkla epey serinleyen havada, çok hafif bulutlu açık gökyüzünde, bir hare içinde ve sarı renkteydi. Etraftaki telaşlı kalabalık, caddelerdeki onlarca otomobil ve hayatı oluşturan pek çok ayrıntı arasında kaybolup gidecek kadar küçüktü dolunay. Şöyle bir elinizi uzatsanız, baş ve işaret parmaklarınız arasında minik bir ışıklı daire halinde tutabilirdiniz onu... Etraftaki hareketten bir an olsun kendinizi sıyırabilseniz, mesela bir deniz kıyısı veya bir bahçede şöyle sessiz birkaç dakika gözlerinizi ayırmadan baksanız, giderek büyüdüğünü ve sizi içine aldığını hissederdiniz belki... Hayalleriniz sizi kimbilir nerelere alır götürürdü. Küçük bir ışıklı daire, büyür, büyür ve sizi içine alıp kimbilir ne yolculuklara çıkarırdı.

İnsanların arasında, onlar tarafından görülmeden, ama onları görüp hayatlarına etki ederek serbestçe dolaşabilen, zamana ve mekana tabi olmadan var olan iki melek, bir oto galerisindeki satılık arabalardan birinin koltuklarında sohbet etmektedirler:

- Güneşin doğuşu 07:22. Gün batımı 16:28. Ayın doğuşu 19:04... Yirmi sene önce bir Sovyet avcı uçağı Spandau anayolunun yakınlarında Stochen Gölü'ne düştü. 50 yıl önce de...
- Olimpiyatlar vardı.
- 200 sene önce Nikola François Bronchere şehrin üzerinden bir balonla uçtu.
- Bunu geçenlerde kaçaklar da yaptı.
- Ve bugün Lilen Taler caddesinde yürüyen biri giderek yavaşladı ve omzunun üzerinden arkasındaki boşluğa baktı. 44 numaralı postanede intihar etmek isteyen biri yazdığı veda mektuplarına koleksiyon pulları yapıştırdı. Her birine farklı bir tane... Sonra da dışarıda Marianne Meydanı'nda bir Amerikalı askerle İngilizce konuştu. Okul günlerinden beri ilk kez... Hem de akıcı bir şekilde... Löd Senze'de bir tutuklu, kafasını duvara vurmadan önce "Şimdi" diye bağırdı. Hayvanat Bahçesi Durağı'nda metro memuru istasyonun adı yerine aniden "Ateş Ülkesi" diye bağırmış.
- Güzeel...
- Rechbergen'de yaşlı bir adam çocuğa Odyssea'yı okuyordu. Ve çocuk da gözünü bile kırpmadan dinliyordu.
Peki senin anlatacağın birşey var mı?
- Yağmurun altında şemsiyesini kapatıp kendini ıslanmaya bırakan bir kadın yolcu. Öğretmenine eğreltiotunun topraktan nasıl çıktığını anlatan bir öğrenci. Ve buna şaşıran bir öğretmen. Varlığımı hissedince saatine dokunan kör bir kadın...
Böyle ruhani bir şekilde yaşamak ve sonsuza dek her gün insanların arasına karışmak çok güzel. Hayaletliği ispatlamak. Ama bazen bu sonsuz ruhani varlığımdan sıkılıyorum. Sonsuza dek herşeyin üstünde süzülmek istemiyorum. Üstümde bir ağırlık hissetmek istiyorum. İçimdeki sınırsızlığı kaldırıp beni toprağa bağlasın. Her adımda ve rüzgar esintisinde "Şimdi", "Şimdi" ve "Şimdi" demek istiyorum. Her zamanki gibi "Daima" ve "Sonsuza dek" değil... Kağıt oynanan bir masaya oturmak... Selamlanmak... Bir baş işareti yeter. Şimdiye kadar katılmış olsak da bu göstermelikti. Aslında geceleri boks maçlarına göstermelik olarak katıldık. Sonra göstermelik olarak balık tuttuk. Sofralarda göstermelik olarak oturduk. Orada yedik ve içtik, ama göstermelikti. Kuzular kızarttık ve şarapları beklettik. Dışarıda çöl çadırının yanında. Hepsi göstermelikti. Hemen bir çocuk yapıp ağaç dikmek istiyorum demiyorum, ama uzun bir günden sonra Philip Barlow gibi eve gelip kedisini beslemek güzel olurdu. Ateşinin çıkması... Gazeteden parmaklarının boyanması... Sadece ruhsal olarak değil, gerçek bir yemekle beslenmek... Bir boyun ve kulak çizgisinden etkilenmek... Yalan söylemek (gülümser)... İstediğin kadar... Yürürken iskeletinin de beraber geldiğini hissedebilmek... Herşeyi bilmek yerine tahmin etmek zorunda kalmak... "Ah", "Oh", "Aa" ve "Yo" diyebilmek... "Evet" ve "Amin" yerine...
- Evet, bir kere de olsa kötülükten heyecan duymak... Geçen insanlardan dünyanın tüm kötü ruhlarını ve şeytanlarını alıp onları dünyaya saçabilmek... Yabani biri olmak...
- Ya da sonunda bir masanın altında ayakkabılarını çıkarabilmeyi hissetmek... Ya da parmaklarını uzatmak... Yalınayak... Böyle...
- Yalnız kalmak... Oluruna bırakmak... Ciddi olmak... Ancak ciddi kalabildiğimiz ölçüde yabani olabiliriz. Bakmaktan başka birşey yapma... Topla... Kanıtla... Doğrula... Koru... Ruh olarak kal... Mesafeli ol... Sözüne sadık kal...

(Ve sohbetleri içinde oturmakta oldukları otomobile bakan ve onunla ilgili hayaller kuran bir çiftin neşeli konuşmalarıyla bölünür)



Wim Wenders'ın "Wings Of Desire" adlı filminden

(Not: "City Of Angels" adlı Hollywood filmi bu filmden esinlenmiştir.)

Hayata iyi bakın

Blueman

05.12.2006

Hiç yorum yok: